Demokrat Zafer

AHMET KOÇAK YAZDI; PARASIZ YATILI OKUL SINAVI

Köşe yazarımız emekli öğretmen Ahmet Koçak’tan eğitime dair okunması gereken güzel bir yazı. Koçak; “Yaz tatillerinde anneannemin köyüne gider, o bahçesinde çalışırken etrafında dolanır olmadık yaramazlıklar yapardım. “Kurban olduğum doğru dur. Böyle yaramazlıklar yaparsan seni çok üzerler.”  derdi. Ben onun ne demek istediğini anlamaz, dikkate almaz yaramazlıklarıma devam ederdim de büyükannem yaramazlıklarıma katlanır beni üzmezdi.

Ortaokula başladığımda ergenlik çağına girişimizin yellemesiyle olmadık yaramazlıklar yapmaya başladık. Suç varsa karşılığında ceza da vardır elbette. Her yaramazlığımız öğretmenlerimiz tarafından şiddetle cezalandırılırdı.  Bu ceza disipline verilmek olduğu gibi çoğunlukla dayakla ödeniyordu. Yediğimiz bir şamarı önemsemez, disipline verilmekten çok korkardık. Büyükannemin sözü karşılığını bulmuş, üzülmeye başlamıştım bile.

Orta ikinci sınıfta yalnız başıma bir odada kalıyordum. Arkadaşlardan duyduğuma göre; parasız yatılılık sınavı açılmış, bazıları da başvuruda bulunmuşlardı. Önceden başvuran bir arkadaşımın rehberliğinde ben de başvurdum. Sınav Yozgat’ta olacakmış. Okuldan, üzerinde güzel bir çocuk resmi olan sınava giriş belgemi aldım. Yozgat’a ilk kez gitmenin heyecanı başladı. Köyle ilçe arasında geçen yıllardan sonra ilk kez bir vilayet merkezine gidecektim.

Eskilerin Leyli Meccani dedikleri sınava kamyonla mı, Magurus otobüsle mi gittiğimi anımsamıyorum. O zamanlarda ilkokul mezunları bile memurluğa girebilirken ben ortaokulda okuyor, eğer kazanabilirsem meccani okuyup liseyi bitirecektim. Okuyanlar şimdiki gibi meccani okumuyor, her okuyan mutlaka bir göreve geçiyordu.

Yozgat saat kulesinin altına geldiğimde yüksek kule karşısında kendimi küçücük hissettim. Hele de Yozgat’ın büyüklüğü karşısında paniğe kapıldım. Yozgat’a önceden geldiğini söyleyen Mahmut’un peşinden ayrılmamaya dikkat ediyordum. Gece kalmak için Büyük Camiye doğru giden kısa caddeden bir oda kiraladık. Kerpiçten iki kat yapılmış binanın altında dükkân, üstünde otel vardı ama otelin adı yoktu.

Namını duyduğum Büyük Sinemaya gitmek istedim. Sokaklar, caddeler, bizim ilçenin pazarı gibi insan kaynıyordu. Kentlere her gün pazardı demek ki.  Mahmut, oteli bulamayacağını düşünerek benimle sinemaya gelmeyince yalnız gitme riskini göze aldım. Sora sora sinemayı buldum. Hangi filmin oynatıldığına bakmadan içeri girdim. Bir adam el feneri ile beni yerime oturttu. Filmden çok sinemayı izledim. Film bittiğinde karanlık olmuştu. Sokakların ışıklarla rengârenk oluşunun cazibesine kapılıp sokaklarda gezdim bir süre.

Otele dönme vakti gelmişti. Oteli bulamadım. Bulamadıkça telaşlandım, telaşlandıkça koşar adım aramaya başladım. Otelin adı yoktu ki birine sorayım. Bizim ilçeden gelen çocuklar da erken uyumak için otellerine çekildiklerinden tanıdık bir sima da yoktu. Bir saate yakın çarşıda dolandım. Tam ağlamak üzereyken karşıdan gelen Mustafa’yı görünce sevindim. Mustafa’dan yardım istedim. O da bu koca kenti bilmiyordu. Birlikte tüm otel benzeri yerlere girip çıktık. Sonunda bir binanın merdivenleri tanıdık çıkınca oteli bulmuş oldum. Sinemaya gittiğime pişman olmuştum. Odaya girdiğimde durumu anlattığım Mahmut- ileri gittiğimi düşünerek -bilge bir tavırla;

“Ahmet bu dünyada ne en önde nede en arkada olacaksın. Benim gibi ortalarda olsaydın otelini kaybetmezdin.” dedi.

Sınavı hiç anımsamıyorum. Sınavı kazanamadığımı, leyli meccani okuyamadığımı biliyorum.

Sınavdan sonra dört beş arkadaş fayton kiralayıp faytonu çeken bir çift atın nal seslerini dinleyerek çamlığa çıktık. Fayton dönen talebeleri alarak oradan ayrıldı. Bir süre gezdik. Dönüşü, gördüğümüz her çeşmeden su içerek yaya olarak gerçekleştirdik. Aç karnımızı da tandır kebap yiyerek doyurduk. Yozgat’ı görmüş olmak, dönüşte arkadaşlarıma ballandıra ballandıra anılarımı anlatacak olmak bana yetiyordu.

Beş yıl sonra ön kayıt ile kaydolduğum eğitim enstitüsünde okumak için Yozgat’a tekrar geldim. Eğitimde okurken Türkiye genelinde anarşik olaylar vardı. Okulun güvenliğini asker sağlıyordu. Can tehlikesi olduğundan Mahmut’un ve büyükannemin öğütlerini tutarak hayatta kalmaya çalışacaktım. Evden okula, okuldan eve şeklinde iki yılı tamamladım. Yozgat’ta okuldan eve, evden okula öğrencilik yıllarımın benzerini Covit-19 kısıtlamalarında yaşadım. Bir yıldır evden markete, marketten eve…

Mezun olmadan önce okul bizden atama için gerekli evrakları almıştı. Okulundan her mezun olan mutlaka göreve başlıyordu. Şimdiki gibi sınav yoktu. Yani Leyli olmasa da Meccani okumamıştım.

Büyükannemin; “Kurban olduğum doğru dur. Böyle yaramazlıklar yaparsan seni çok üzerler.”  sözü ile Mahmut’un, “Ahmet bu dünyada ne en önde nede en arkada olacaksın. Benim gibi ortalarda olursan otelini kaybetmezsin.” sözlerine hep uydum; doğru mu ettim, yanlış mı ettim bilemiyorum…

Yaşam, insanın gelecek için kendisine anılar hazırlaması demektir.  Ernesto Sabato

ahmet.kocak16@hotmail.com

 

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ