Demokrat Zafer

LİBYA ÇÖL SICAĞINDAN SİBİRYA SOĞUĞUNA -6 Kuzey Kutbu’nda İşbaşı Yapar

Köşe yazarımız Ahmet Koçak genç mühendisin hayatını kaleme almaya devam ediyor. Koçak; “Cüneyt Gültekin, oğlumun Yıldırım-Mücelleddin Mahallesi’nden arkadaşıdır. Oğlum Hakan Bursa Anadolu Lisesi’nde okurken o da Ulubatlı Hasan Anadolu Lisesi’nde okuyordu. Her ikisi de başarılı çocuklardı ve ikisi de mühendis oldu. Halen arkadaşlıkları devam eder. Libya ve Rusya’da çalışan Cüneyt’i aradım yurtdışı şantiyelerde yaşadıklarını anlatmasını istedim. Sağ olsun beni kırmadı Kaplıkaya’da bir kafeteryada buluştuk. O anlattı ben dinledim ve yazdım.

(Bir hafta sonra)

AHMET: “Mühendis Cüneyt iyi dinlendin mi? Hemen başlayalım mı?

CÜNEYT: “Evet, dinlendim. Başlayalım.”

AHMET:“ Libya’dan döndün bir ay dinlenmiştin. Türkiye’de iş bulmaya karar vermiştin.”

CÜNEYT: “Yıl sanıyorum 2011’di. Bursa’da bir şirketle görüştüm. Verecekleri ücret Türkiye koşullarına göre iyiydi. El sıkıştık. İstedikleri evrakları hazırlarken tanıdığım bir mühendis abi İstanbul’dan aradı; “Rusya’da Salekhart şantiyesinde çalışır mısın?” diye sordu. O kenti ilk kez duydum. Ne tarafında olduğunu bilemiyordum. Uzun uzun beni ikna etmek için uğraştı sonunda ikna oldum ve gitmeyi kabul ettim. Şartlarını sormadım.

El sıkıştığım şirkete gidip, ben işi kabul etmiyorum demeye utandım. Bir yakın arkadaşımdan rica ettim benmişim gibi arayıp telefonla görüştü. Anlayışla karşılamış sağ olsun. Üzerimden büyük bir yük kalktı. İstanbul’a gittim. Gerekli işlemler çabucak yapıldı ve Moskova’ya uçtum.

Moskova havaalanında beni karşılayan şirket elemanıyla -karayoluyla bir hayli yol gittikten sonra- ıssız bir yerde bir otele gittik. Neden Moskova’da yatırıp uçağa bindirmediklerine bir anlam veremedim. Ucuz olsun diye oraya götürmüşler demek ki beni. Issızlık ve otelin perişan hali beni korkuttu, tedirgin etti. Bir türlü uyuyamadım. Sabah saat beşte kaldırıp- yine ucuza uçalım diye- uzaktaki küçük bir hava alanından bir uçağa bindirdiler. Bu şirketi beğenmemeye başladım. Ücreti sormamıştım benimle temasa geçen kişinin içten davranışlarından dolayı. Aylık iki bin dolar ödeneceğini öğrenince moralim iyice bozuldu. Yapacak bir şey yoktu gelmiş bulundum bir kere.

Elli beş bin nüfuslu, Kuzey Kutbuna çok yakın Selekhard’a indim. Yaz mevsimindeydik. Hava sıcaklığı on dokuz, yirmi derece civarındaydı. Çok yorgun ve uykusuzdum. Saat on oldu hala güneş batmadı. Güneşin Türkiye’ye göre daha parlak oluşu ve daha çok aydınlatması dikkatimi çekti. Erkenden yattım. Güneşin batmasını bekliyordum uyumak için. Hava aydınlık olduğundan mıdır nedir bir türlü uyuyamıyordum. Saat bir oldu, iki oldu güneş bir türlü batmıyordu. Biyolojik saatim gece olmasını bekliyordu ama gece olmuyordu. Sonradan öğrendim burada üç, dört ay güneş batmaz, devamlı gündüz olurmuş. Onun ardından da uzun gece dönemi başlarmış. Güneş bir saat falan hafif aydınlatır kaybolurmuş. “Hiç mi normal bir hava beni bulmayacak; güneşin yaktığı çölden, güneşin dört, beş ay doğmadığı bir yere geldim.” diye düşündüm.

Dışarı gezintiye çıktım. Sığırcık sürüsüne benzer uçan şeyler gördüm. Onların iri iri sivrisinekler olduğunu anladım. Ben Türkiye’de öyle iri sivrisinek hiç görmemiştim. Eko sisteme zarar vermemek için ilaçlama yapmazlarmış. Uyurken bir sivrisinek ayak bileğimden ısırmıştı. Kaşındı kaşındı sonunda berbat bir hale geldi. Revirde doktor dedikleri aslında sağlık memuru gibi bir sağlıkçı vardı. Ona gittim. Beş yüz miligramlık antibiyotik vererek tedaviye başladı. Kullandım geçmedi. Her gidişimde dozajı arttırıyordu. Bin iki yüz, bin beş yüz miligrama kadar çıktığını biliyorum. Adam orada bana yüksek dozajlı antibiyotik vererek antibiyotiğe karşı direncimi yükseltmişti. Buraya geldiğimde görüştüğüm doktorum fark etti bu durumu. Şimdi grip olsam bin miligram üzerinde antibiyotik içmeden düzelemiyorum. Bilgisiz adam sağlığıma büyük zarar vermişti.

İki ay gündüzden sonra birkaç ay sürecek geceye ve dondurucu soğukların yaşandığı döneme girdik.

Beni Orta Asya’dan gelmiş bir kadın mühendisin yanına verdiler. Onunla İngilizce konuşarak anlaşıyordum. Arkadaş olduk ve aynı konteynırda çalışmaya başladık. Kız arkadaşım haritadan memleketini gösterdi. Altay Dağları’nın kuzeyinde yer alan Barnoul kentinden gelmiş. Çekik gözlüydü ve Türk olabileceğini söyledim kabul etmedi. Onların yaşadıkları bölgenin eski Türk yurdu olduğundan da habersizdi. Ülkelerindeki akarsu isimlerinin Türkçe isimler olduğunu öğrenince çok şaşırdı. Kiril alfabesini gitmeden öğrenmiştim. Kız arkadaşım hem işi hem de Rus dilini öğretti bana.”

AHMET: “Cüneyt orada ne iş yapıyordunuz?”

CÜNEYT: Devlete ve belediyelere konutlar inşa ediyorduk. Kent bataklık üzerine kurulmuştu. O nedenle tüm yapılar kazıklar üzerine yapılır, yerle teması kesilirdi. Bütün binalar bir, bir buçuk metre kazıklar üzerindeydi. Kanalizasyon giderleri, su girişleri, elektrik tesisatları alttaki boşlukta yer alırdı. Bir yönden de iyi oluyordu; binalarda arıza olunca alta girip kısa sürede tamir ediliyordu. Ben bu tür inşaata alışık değildim ve kız arkadaşım ve diğer mühendislerden bilgi alarak çalıştım. Şirket, ciddiyetsiz ve çalışanlarını pek düşünmeyen bir şirketti.

Sürekli gecenin olduğu dönem geldi. Bu sefer de sürekli geceye alışamadım. Uyandığımda güneşi arıyor, bulamıyordum. Hava devamlı bulutlu olduğundan Güneş’i göremiyordum. Gündüz olduğunu dolunay kadar bir aydınlanmadan anlıyordum. O da bir, bir buçuk saat sonra kayboluyordu. Bu duruma da alışmam uzun sürdü.

Bütün binalar çok güzel ısınıyordu ve hep içeride çalışmak, uyumak sıkıcı oluyordu. Kentte kafeler, diskolar, sinemalar vardı ama dil bilmediğim için gidemiyordum.

Bir gün çok sıkıldım ve sinemaya gitmek istedim. Rusçayı henüz öğrenmemiştim. Orada sinema, tiyatro benzeri yerlere yaşlı, şişman teyzeleri koyuyorlardı. Hatta döner merdivenlerde de yaşlı teyzeler çalışırdı. Biri gelince düğmeye basıp döner merdiveni çalıştırıyor, kimse olmayınca düğmeye basıp durduruyorlardı. Ne güzel işti! Tabi çok az bir ücrete çalışıyorlardı o yaşlı teyzeler. Neyse, sinema gişesinde duran sarışın şişman teyzeye İngilizce sinemaya girmek istediğimi söyledim. Dinledi bir şey anlamadı. Birkaç kez tekrar ettim. O, Rusça, ben İngilizce konuşuyorduk ama bir türlü anlaşamıyorduk. Sonunda kadın kulübesinden çıktı, önüme düştü; beni sinema salonuna götürecek diye sevindim. Gittik gittik çıkış kapısına geldik. Kadın eliyle işaret ederek beni dışarı attı iyi mi? İlk kez dil bilmediğimden dolayı kovulmuştum. Bu olaydan sonra Rusçayı öğrenmeye daha da hız verdim.

(Devam edecek)

ahmet.kocak16@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ