Demokrat Zafer

Ahmet Koçak yazdı; EVLER DE ÖLÜR-3

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

Bahçelievler’den dört yüz metrekarelik bir arsa vermişler bana karşılıksız. Dilekçe verdiğimi tamamen unutmuştum. Gittim imar müdürlüğüne bu neyin nesidir diye sormaya. Dediler ki:

“Sen on yıl önce arsa talep etmişsin. Devlet de sana arsa vermiş. İstersen çimento, demir de verelim git evini yap.”

 “Benim arsaya ihtiyacım yok. Arsayı geri alın. Başka bir garibana verin” dedim kabul etmediler. Arsa kaldı başıma. Benim vaktim yok inşaatla falan uğraşmaya. Derken aklıma geldi benim fabrikada çalışan üç inşaat mühendisi vardı. Kirada oturuyorlardı. Onlara, “Benim arsaya üç katlı ev yapın kira vermeden oturun” dedim. Kabul ettiler. Evi bitirdiklerinde görmeye gittim. Güzel bir ev olmuştu. O gençler lojman gibi işten çıkana kadar oturdular o evde. O gün bu gündür o evde benim elemanlar otururlar lojman gibi.” dedikten sonra sözünün bitimini fırsat bilip teşekkür ederek ayrıldık.

Konuşmamızdan altı ay sonra o eve kepçe girmiş yıkıyordu. İşçilere Fehmi Bey’i sordum rahmetli olmuş. Bu inşaatla oğulları ilgileniyor dediler. Bir evin daha doğuş öyküsünü dinlemiş, kepçelerin yıkışına, ölümüne de tanık olmuştum.

Köyüme bir gidişimde evin kapısını açmadan balkon bölümüne oturdum. Rahmetli annemi, babamı ve kardeşlerimi anımsadım. Biraz sonra Annem kapıyı açıp dışarı çıktı,

Ahmeet! Kurban olduğum sen mi geldin? Niye burada oturdun el gibi içeri girsene yavrum. Sen şimdi uzak yoldan geldin acıkmışsındır. Keşke haber verseydin çok sevdiğin patatesli mantı açardım.” dedi ve içeri doğru bağırdı, “gelin çocuklar bakın, abiniz gelmiş koşun. Kızım abine oradan misafir için beklettiğimiz sucuğu tere yağda pişir, içine de yumurta kırda getir, yesin.” demesiyle herkes geldi etrafım bir anda kalabalıklaştı. Babam,

Ahmet Bey hoş geldin. Ne var ne yok? Söyle bakalım öğretmen bey, pi sayısı nereden çıkmıştır?”

“Ya baba yeni geldim. Soru sormanın sırası mı? Dur hele bir soluk alayım.” diye sızlandım. O ha bire sorularına devam ediyor;

Sen şimdi; silindirin, kürenin alanını ve hacimlerini de hesaplamayı bilmezsin. Vaaayh vayh! Şimdiki gençler iyi yetişmiyorlar. Bu basit bilgilerden bile mahrum yetişiyorlar. Bizim zamanımızda böyle miydi? Bak ben orta iki terkim bunların hepsini ve daha pek çok şeyi bilirim. Bizim öğretmenlerimizin bilmedikleri yoktu, zehir gibiydiler. Bir de size bakıyorum güya öğretmensiniz. Siz bizim zamanımızdaki öğretmenlerin eline su dökemezdiniz.” diye boyna beni sıkıştırıyor. O sıra annem imdadıma yetişiyor,

“Herif rahat bırak oğlanı. Zaten uzun yoldan gelmiş yorgun çocuk” diye çıkışınca babam durumdan hoşnut olmadığını, düşmeyen pantolonunu kemerinden iki eliyle yukarı doğru acele çekmesinden belli etti. Harmana doğru yürümeye başladı. Ben de biraz nefes aldım.

İlçede beraber gezerken, eşine dostuna,” Bak bu benim büyük oğlum. Öğretmendir kendisi” diye tanıştırıp böbürlenmeyi biliyorsun. Evde de yerden yere vur!

Bütün bunları anımsıyorum ve annemle babamın evden iki yüz metre uzaktaki mezarda yattıklarını düşünüyorum. O sırada gözlerimden yaşlar akmaya başlıyor. Bizim köyden çocukluk arkadaşım Mahmut’un;

” Nörüyon Ahmet hoş geldin. Yoksa sen ağladın mı lan gözlerin yaşlı?” demesiyle anılardan sıyrılıp kendime geliyorum.

Hoş bulduk sağ ol Mahmut. Bir zamanlar cıvıl cıvıl hayat dolu evin bu ıssızlığı beni duygulandırdı.”

“ Nörecaan bu evi Ahmet? Buralarda hayat bitik. Sen gittin gurtuldun. Biz burada sürünüyok. Senin Bursa’da bundan gozel evin vardır. Bu işe yaramaz, eski püskü evin neyine üzülüyon?”

Mahmut’un bilmediği, aklının yetmeyeceği şeyleri ona anlatmayı canım istemedi.  Bereket ki yaydığı inekler gözden kaybolunca acele yanımdan gitmek zorunda kaldı.

Bursa’daki evim geldi aklıma. İlk bölümde dediğim gibi can çekişen bir evdi. Benim onu canlandırmam gerekti. Evi baştan sona yeniledim. Dış sıvasını ve çatısını da yaptırarak ömrünü uzattım. İlk yapıldığı yıllarda şehrin kenarında olan, ev sakinlerine kız bile verilmeyen ev, Uludağ’ın eteklerinde, havadar, Bahçelievler diye bilinen, çok tutulan bir mahallede yer alıyor. Evden çıkıp Uludağ’a doğru beş dakika yürüyünce ormana girilir. Orman içinde beş dakika daha yürüyünce ıssız ormanın içinde tek başına tedirgin olur, ayı kurt çıkar belki diye sopa aramaya başlarsın. Önceki sahiplerinin diktiği siyah incir ağacından başka ağaç kalmadı. Bir çam, üç erik ağacı kurtlanıp kurudu. İncir hariç hepsini kesip yeni fidanlar diktim. Dev gibi incir ağacı her yıl o kadar incir verir ki bizim yememize yettiği gibi kalanını dikenin hayrına; sokaktan geçenlere, çöpçülere, oynayan çocuklara, bütün komşulara, fakir fukaraya dağıta dağıta bitiremem. Yakınlarında marketleri, çarşısı, pazarı ile herkesin imrendiği bir ev haline gelmişti otuz yıl içinde. Yine şanslı bir evmiş ki benim gibi birine çattı.

Emeklilik günlerimi geçirdiğim, bu yaşlı evin ölümünü de kim bilir kim yazar?

ahmet.kocak16@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ