Demokrat Zafer

Ahmet Koçak yazdı; RÜZGÂR AİLESİ-2

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

Amcalarımız öğretmen olup gittiler. Biz Mehmet’le dövüşe çekişe arkadaşlığımızı devam ettirdik. Bu sefer de ben köyden ilçeye geldikçe;

“Mehmeet!” diye ünledim. Onu da yanıma alıp çarşıya gittim. Zar tutarak tavlada çok yendim; çok çayını, kolasını içtim, Allah yokluğunu vermesin, hâlâ içerim.

Ortaokul ve liseyi aynı okullarda okuduk. Mehmet Kayseri Eğitime, ben de Yozgat Eğitime devam ettik ve öğretmen olduk.

Mehmet, Hasaniye ve Ahmet çiftinin tek çocuğuydu ve çok kıymetliydi. Öğretmenliğe başladığımız yılın ilk yaz tatilinde Mehmet’i  Adapazarı- Arifiye’den evlendirdiler. Ben de düğünlerine katıldım. Sarıkaya’da lokantacılık yapan, teyzesinin kocası Ali Canova, Arifiye’ye göç etmiş, orada da lokanta işletiyordu. Onların üç katlı bahçe içinde; bahçesi çiçeklerle dolu evlerinde bir gece konuk oldum.

Sarıkaya’da düğünlerin aranan adamıydım. İyi oynar, iyi halay çekerdim. Düğünü olanlar okuyuntu şekeri verir, düğünlerine davet ederlerdi. Ben de şekeri yer, şekerin verdiği enerji ile halayları çekerdim.

Arifiye’de de maharetimi sergileyecektim güya… Arifiyeli gençler çıktı meydana bir güzel oynuyorlar, bir güzel oynuyorlar ki çıkıp da oyun oynayamadım. Müziğin ritmine göre omuzlarını titreterek öyle güzel oynuyorlar ki; kollarımı yana açıp kazık gibi oynasam gülünç olurum diye hiç oynamadım. Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman çelebi derlermiş, benimkisi de o hesapmış. Onları izlemekle yetindim. Artık biriken kutlarımı Sarıkaya’da dökerim…

Mehmet’in iki oğlu bir kızı oldu. İki oğlu tekstil mühendisi,  kızı da anaokulu öğretmenliğini bitirdikten sonra iç mimarlık okudu. Alper, hom ofis çalışıyor, bilgisayarla Türkiye ve başka ülkelere tekstil ürünleri pazarlıyor. Mehmet, emekli olmadan Sarıkaya’dan Bursa’ya göçtü. Burada da on yıl daha çalıştıktan sonra emekli oldu. Sık sık görüşürüz.

Evimin yakınında Özdilek markete gittim. Reyonların arasında dolaşırken birini Mehmet’in büyük oğlu Ali’ye benzettim. Dikkatli bakınca tanıdım. Yanında da büyük dedesinin adını verdikleri küçük Ahmet vardı. Merhabalaşırken eşi Duygu Hanım da geldi yanımıza. Duygu Hanım sıcakkanlı, cana yakın, çok iyi yetişmiş bir eğitimcidir. Bursa Teknik Üniversitesi Mimarsinan Yerleşkesi’nde yardımcı doçent olarak görev yapıyor. Ali de aynı üniversiteyle iş birliği halinde çalışan özel bir şirkette çalışıyor. Duygu Hanım beni okuluna öğle yemeğine davet etti sağ olsun!  Kabul ettim.

Dün Üniversiteye gittim. Ali ile buluştuk. Söyleşimiz lokantada başladı.

“Babana, “Ali nasıl bir iş yapıyor?” diye sorarım. Anlatır da pek bir şey anlamam. Sen tam olarak nasıl bir iş yapıyorsun Aliciğim?” diye sordum:

Ali gülümseyerek(zaten o, hep gülümseyerek konuşur. Gülmesi hep yanındadır):

“Babama nasıl bir iş yaptığımı anlattım. Boynunu içeri çekti, sağ omuzunu yukarı kaldırıp başının sağ yanını kaşırmış gibi yaparak;

“Hıı, demek öyle? Ohm ohm!” yaptı. Yani tam anlayamadı. Size de anlatayım:

Çalıştığım firma, sürdürülebilirlik konusu üzerine çalışıyor. Bir ürününün hammaddesinin doğal kaynaklardan çıkarılıp, üretilip, bertaraf edilinceye kadar bütün aşamalarını analiz ediyoruz. Oluşan karbon ayak izi gibi çevresel emisyonları; kaynak ve enerji tüketimlerinin hepsini en ince ayrıntısına kadar hesaplıyoruz. Sürdürülebilirlikle alakalı raporlar yazıp, yazılımlar geliştiriyoruz. Ben ilk olarak Bursa Ticaret ve Sanayi odasında bağlı bir tekstil AR-GE merkezinde 8 yıl bu işi yaptım. Daha sonra halen çalışmakta olduğum, merkezi Oxford’ta bulunan Metsims’e geçtim. Şu an tekstilin de içinde bulunduğu inşaat, otomotiv, ilaç, kimya gibi birçok sektöre yönelik projelerde çalışıyorum. Birazdan birlikte ofisimize gideriz. Firma sahibimiz de Oxford Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamış idealist bir Türk’tür. Öğrenci olarak gittiği İngiltere’de şu an, bu alanda dünyaya yön veren bir şirketin sahibidir. Avrupa Komisyonu’nun tekstil ithalat vergilendirmesinde kullanacağı sürdürülebilirlik referans verilerini biz geliştirdik. Anladınız mı Ahmet abi?

Ben de boynumu içeri çektim. Sağ omuzumu yukarı kaldırıp başımı omuzumla kaşır gibi yaptım ve ağzımdan; “hıı, demek öyle? Ohm ohm!” gibi sesler çıktı.

Lokantadan ayrıldıktan sonra önce Ali’nin ofisine, ardından da Duygu Hanımın odasına gittik. İçeride üç kadın akademisyen çalışıyorlardı. Oda arkadaşlarıyla tanıştırdı Duygu Hanım.

“Biz yüksekokulda okurken hiç öğretim üyesi, doçent, profesör görmedik. Akademisyenler nasıl insanlarmış diye hep merak ederdim. Baktım, iyi insanlarmışsınız.” diye espri yaptım. Diğer arkadaşları odadan ayrıldı. Duygu Hanım kendi elleriyle kahve hazırladı. Kahvelerimizi yudumlarken sordum:

“Duygu hanım sık sık yurt dışına gidiyorsunuz; geçen hafta Azerbaycan’a gittiniz. Geçen yılı da Amerika’da geçirdiniz. Dünyanın diğer üniversitelerine neden gidiyorsunuz? Siz mi istiyorsunuz yoksa üniversite mi görevlendiriyor?”

“Yurtdışı görevler ilan ediliyor, istekte bulunuyorum. TUBİTAK projesiyle geçen yılı Amerika’da bir üniversitede geçirdim. Ali ve Ahmet de geldiler benimle. Eşyalı bir daire kiraladık. Üniversitede derslere katıldım. Ders anlattım. Bilgi alış verişinde bulunduk.

Ali kendi işini onlayn olarak orada da devam ettirdi. Geçen Haftada Bakü Üniversitesi’nde çalışmalara katıldım. Bu gibi çalışmalar bizim için ve gittiğimiz üniversiteler için çok yararlı oluyor. Ali’nin işi gereği de Avrupa ülkelerine çok gittik. Gitmeye de devam edeceğiz.”

“Ne güzel! Duygu Hanım branşınız nedir?” diye sordum.

“Polimer Malzeme” diye yanıtladı.

Yine boynumu içeri çektim. Sağ omuzum yukarı kaldırdım. Kafamı omuzumla kaşırmış gibi yapıp; “hımm! Güzelmiş!” dedim.

Bir ziyaret de böylece sona erdi. Ali ve Duygu çifti beni kapıya kadar uğurladılar sağ olsunlar! Her ikisine de verdikleri bilgi ve gösterdikleri ilgi için çok teşekkür ediyor; sağlık, mutluluk ve başarılar diliyorum.

ahmet.kocak16@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ