Demokrat Zafer

Ahmet Koçak yazdı; BİNBAŞI VEDAT SEZER’LE SÖYLEŞİ – 1

Köşe yazarımız Ahmet Koçak’tan okunması gereken bir yapıt! Koçak;

Vedat Beyi On yıldır tanıyorum(?)  İlk karşılaşmamız, CHP Yıldırım ilçe başkan yardımcısı olarak, ön seçimle seçilen ilk CHP milletvekili adayları ile seçim çalışmaları sırasında oldu. Çok ciddi, hareketleri kontrollü, işine yoğunlaşmış, çevredekileri de yoğunlaştırmaya çabalayan biri olarak gördüm. Birçok kez karşılaşıp merhabalaşsak da konuşmalarımız, hal hatır sorma ve siyasetten bahsetmekten öteye gitmedi.

Köşe yazılarını severek okuduğum Gazeteci Yasemin Güler, köşesinde Vedat Beye “başkanım”  diye yazınca merak edip araştırdım; TMMOB’ne bağlı Kimya Mühendisleri Odası İkinci başkanı seçildiğini öğrendim.  Kimya mühendisi miymiş demek?…

Yazılarımı okur, yorum yazar, mesajla görüşlerini iletir ve telefon ederek de beni yazmaya özendirirdi. Randevu istedim. Söyleşi yapmak istediğimi ilettim zatı-Alilerine. Kendisini yakından tanımayınca, söyleşi benim için de sürprizlerle dolu olacaktı.

Bir marketin kafeteryasında buluştuk. Ben, son kitabım olan Kırmızı Pantolon’u imzalayıp takdim ettim o da odalarının ajandası ile tükenmez bir kalem hediye etti bana. Kendi ajandasına kendi kalemiyle kendi anlattıklarını yazmaya başladım. Çaylarımızı yudumlarken ona gözlüğümün üzerinden bakarak, alnımı kırıştırarak onu ilgiyle dinledim, notlar aldım. Yine ciddiydi, her zamanki gibi kontrollü ve oturaklıydı. Bu ciddiyeti nereden geliyordu acaba?  Kendi kendime; “ya otoriter bir babanın evladıdır veya askerdir.” diye düşündüm.  Ben de sizinle birlikte yakından tanıyacağım beyefendiyi. En şiddetli esprilerimi yapmayı düşünüyorum. Bakalım onu güldürebilecek miyim?

AHMET KOÇAK: “Vedat Bey, öncelikle söyleşi yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.  Kendinizi tanıtır mısınız? Aileniz, çocukluğunuz, nerede doğduğunuz?…”

VEDAT SEZER: “1961 yılında Eskişehir’de doğdum. Bilecik Pazaryerili, Yörük bir ailenin evladıyım. Ailem sonradan Eskişehir’e göç etmiş. Annem de, babam da enstitü mezunuydular. Annem çalışmaz, ev işleri ile uğraşırdı.

A.K : “Köy Enstitüsü mü?”

V.S.(Vedat Sezer’in kısaltması “vs”  ‘ve saire’nin kısaltması gibi oldu) : “Hayır eskiden meslek liselerine enstitü derlerdi. Eskişehir’den Bursa’ya göç etmişler. Babam Merinos fabrikasında çalışırdı.

A.K. : “Kaç kardeşsiniz?”

V.S. : “Üç”

A.K. : “Durun tahmin edeyim; iki oğlan, bir kız.”

V.S. : “Evet” (Haklı olduğum zamanlarda ve tahminlerim tuttuğu zamanlarda pek mutlu olurum.)

A.K. : “En büyükleri sizsiniz?”

V.S. : “Hayır. Ben en küçükleriyim.” (Tuh!Mutluluğum kısa sürdü; eksi, artıyı götürdü.)

A.K. : “Öğrenim hayatınızı anlatır mısınız?”

V.S. : “İlkokulu evimize yakın olan Setbaşı İlkokulu’nda, ortaokulu da yine yakında olan Çelebi Mehmet Ortaokulu’nda okudum. Biliyorsunuz, yobazlarca şehit edilen teğmen Kubilay öğretmenin de okuduğu okuldur.”(Şimdilerde yıkılan ve yerine okul yapılmayan okuluyla gurur duyduğunu hissetim.) Ortaokuldan sonra girdiğim sınavda Kuleli Askeri Lisesi’ni kazandım. Dört yıl orada okudum. Bir yılı İngilizce hazırlıkla geçti. Hocalarımız; -resim, müzik, beden eğitimi- hariç tüm dersleri İngilizce anlatırlardı.”

A.K. : “ Vedat Bey, hani, Vizontele filminde Yılmaz Erdoğan TRT’nin gönderdiği televizyonu görünce; “Vallaha ben radyonun resimlisini yapacaklarını biliyordum” der ya, ben de vallahi sizin asker olabileceğinizi tahmin etmiştim(Hafif gülümsedi. Onu kahkaha ile güldürmeyi başaracağım). Okulda yaşadığınız ilginç bir anınızı anlatır mısınız?”

V.S. “Çok sıkı bir eğitimden geçiyorduk. Yazılı soruları zor oluyordu. Okulun tavanları çok yüksekti. Bu nedenle odları tahtalarla bölmüşlerdi. Üst tarafları açıktı. Odanın birinde teksir makinesi vardı. Hocalar akşamdan yazılı sorularını hazırlayıp teksir makinesiyle basar, ertesi günkü sınav için odada bırakırlardı. Dersleri zayıf olan arkadaşlardan uzun boylu biri, kısa olan başka bir arkadaşını omzuna alıp diğer odaya geçirmiş; ertesi günkü soru kâğıtlarını almış, sır tutacak yakın arkadaşlarına dağıtmışlar.

Yazılı sınavlarda önceki puanları otuz kırk olan çocuklar yüz puan almaya başlamışlar. Bu durum üç, dört ay sürmüş. Bu süre zarfında hocalar; otuz kırk puan alanların yüz puan alışlarını fark etmiş, bu işte bir anormallik olduğunu anlamışlar. Hocanın biri gece teksir odasında nöbet tutmaya karar vermiş. Bizim kafadarlar soru kâğıtlarını almak için odaya girdiklerine kıskıvrak yakalanmışlar.”

A.K. : “Abov! Hem de askeri okulda! Kesin okuldan atılmışlardır.”

V.S. : “Hayır atılmadılar. Disiplin cezası aldılar. Aldıkları yüz puanlar yanlarına kâr kaldı. Çarşı iznine çıkamadılar birkaç hafta o kadar.”

A.K. : “İyi bari!”

V.S. : “ Askeri liseyi bitirdiğimiz sene hocalarımız bizlerin hangi okullara gideceğimize karar verdiler.  Tercihlerimizi onlar yaptılar. Askeriyenin gereksinim duyduğu;  tıp, eczacılık; inşaat, makine, kimya mühendislikleri, veterinerlik gibi bölümlere tercihlerimizi yaptılar. Ben İstanbul Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünü kazandım.” (Şimdi yeni yeni anlamaya başladım neden hem asker hem kimya mühendisi oluşunu.) (Devam edecek)

ahmet.koca16@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ