Hilmi Özden Yazdı; RAHİM UTERUS KISKANÇLIĞI VE KADINA ŞİDDET
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Temel Tıp Bil. Bölümü, Anatomi A.D. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hilmi Özden;
“Günümüzde kadınlardan askerî kadrolar tesis edilmesine rağmen tarihte bilinen; özelde kadın Türk savaşçı Amazonlar, askerî birliklerinde kadınların bulunduğu İskit, Sarmat ve Hunlar ile Bacıyan-ı Rum (Anadolu Türk kadın savaşçılar) gibi teşkilatlar sayılmazsa ağırlıklı olarak askeri örgütlenmeleri erkekler gerçekleştirmiştir. Türkiye’de ve dünyada şu anda kadın askerlerin olduğu bilinmektedir. Fakat bu durum henüz kadınların beyin, akıl ve başka yeteneklerinin üstünlüklerinin tam anlamıyla toplum, ilim çevreleri ve devletler tarafından anlaşılıp kabul edildiği anlamına gelmemektedir.
Nörofizyolojik olarak zihniyet dünyaları, cinsiyetler arası bariz farklılıklar göstermektedir. Özellikle erkeklerde görülen saldırganlığın mağduru kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Araştırmacılar erkeklik hormonunun ve Y kromozomunun bu husustaki etkisinden bahsetmektedirler[1]. Bu erkeklerin kas gücü ve zorbalığa yatkın olmaları ile de bağlantılıdır. Toplumlarda erillik ve dişillik kalıp yargıları vardır. Araştırmalar erkeklerin, liderlik, nesnellik, bağımsızlık gibi yeterlik ve araçsallıkla ilgili özelliklerde kadınlardan daha ileride değerlendirildiklerini göstermektedir. Kadınlar ise tersine; yumuşaklık, duygudaşlık (empati) cana yakınlık, konuşkanlık gibi konularda daha üstün olarak değerlendirilmektedirler. Kültürler arası çalışmalar, cinsiyet kalıp yargılarındaki özün; birçok ülkede benzer olduğunu göstermektedir. Sözgelimi Nijerya’dan İspanya’ya, Hindistan Japonya, Kanada, Brezilya’ya kadar her kıtadan seçilmiş 25 ülkenin üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada; cinsiyete ilişkin toplumsal kalıp yargıları araştırılmıştır. Bütün ülkelerin katılımcıları serüven düşkünlüğü, bağımsız, baskın ve güçlü olmayı erkeksi; duygusallığı, kabullenici olmayı batıl inanç sahipliğini ise kadınsı olarak nitelemişlerdir[2].
RAHİM KISKANÇLIĞI VE KADINA ŞİDDET
Psikanalist ekolün kurucusu Freud’un kişisel hayatından kaynaklanan ön yargıları ile kadınlarda mevcut olduğunu iddia ettiği penis kıskançlığı kadın psikanalist Karen Horney’in söylediği gibi esasında mevcut değildir. Tam tersine erkeklerde uterus (rahim) kıskançlığı mevcuttur. Erkek baskın toplumlarda (-ki dünyada bu büyük bir yekûn tutmaktadır-) kadınlara karşı uygulanan şiddetin de temel yapılarından birini oluşturmaktadır. Karen Horney (16 Eylül 1885 Hamburg, Almanya – 4 Aralık 1952, New York, ABD), Almanya doğumlu Amerikalı psikanalisttir. Sigmund Freud’un bazı görüşlerini kabul etmesine rağmen önemli konularda ondan ayrılmıştır.
Karen Horney insan davranışlarının çevresiyle olan ilişkiler içinde geliştiğini düşünmektedir. Sosyokültürel etkenlerin davranışların belirleyicileri içinde olduğunu vurgulamıştır. Freud ego kavramını çocukluk dönemi ile sınırlandırdığı halde Horney “ben”in sürekli gelişim içinde olduğunu savunmaktadır. Freud’un libido kuramını da eleştirmiş ve genelleme yapılamayacağını söylemektedir. Üstelik ona göre Oidipus Kompleksi (trajedisi)[3] biyolojik kökenli değil ebeveynlerin yanlış tutumlarının bir sonucu ortaya çıkmaktadır. Freud’un ölüm içgüdüsüne karşı da insanlar yıkıcı olsa da bu eğilimler tedavi ile çözümlene bilmektedir demektedir. Ona göre insan sorun çözme özelliğine sahiptir. Horney Çağımızın Tedirgin İnsanı isimli yapıtında “Freud’un birtakım yanlış genelleştirmeler yapmakla kalmayıp insan tavırlarını ve davranışlarını belirleyen gerçek itkileri de geniş ölçüde engellediğini vurgulamaktadır. İnsanın sonsuz imkânlarına rağmen Freud kavramlarıyla çıkmaza saplanıldığını ifade etmektedir”[4]. Horney’in korku ve anksiyete kavramlarına getirdiği yaklaşımda psikanalist görüşte önemli bir yer tutmaktadır. Karen Horney başlangıçta Freud düşüncesine karşı dikkatli yaklaşmıştır. Çünkü karşısında bir psikanalist bilim aforoz kurumu bulunmaktadır.
Sigmund Freud’un yetmişinci doğum günü 5 Mayıs 1926 yılında kutlanmaktadır. Akademik çevrelerde yaygın olduğu gibi, Freud’un sadık arkadaşları ve öğrencilerinden bazıları önde gelen psikanalistlerinden onun onuruna bir kitap olacak Festschrift (Anı Kitabı) için bölümler yazmaya davet etmeye karar vermişlerdir. Karen Horney’de “Kadınlıktan Kaçış” “The Flight from Womanhood” başlıklı bir makaleyle buna katkıda bulunmuştur. Bir arkadaşına, onun pamuklu kumaşa sarılmış bir taş gibi olduğunu söylemiş – sert, neredeyse bir silah, yine de yumuşak ve ince bir övgü diliyle ve iltifatlarla ifade edilmiştir-. Karen Horney burada “Psikanaliz bir erkek dehanın eseridir ve [Freud’un] fikirlerini geliştirenlerin neredeyse tamamı erkektir” diye söze başlamaktadır. “Erkek psikolojisini daha kolay geliştirmeleri ve kadınlardan çok erkeklerin gelişimini anlamaları doğru ve makuldür[5].”Bir kızınkiyle ilgili temel Freudyen kavramları tekrarladıktan sonra Horney, “bilimin o kavramları sıklıkla bulduğunu” ileri sürer. Kadın psikolojisi şimdiye kadar kadınların “büyüsü altında” inşa edilmiştir. Bir erkek bakış açısı ve “zihinlerimizi bu eril düşünce tarzından kurtarmaya çalışırsak, neredeyse kadın psikolojisinin tüm problemleri farklı bir görünüme bürünmektedir.”[6] Kadın bedeni, çocuk doğurma, annelik ve besleme kapasitesiyle, bir kadına “hiçbir şekilde göz ardı edilemez fizyolojik üstünlük” sağlar ve aslında erkekler genellikle “yoğun bir kıskançlık” gösterirler. Karen Horney kadınlardaki kıskançlık belki de erkeklere verilen sosyal ayrıcalıklara karşı bir erkek vücudunun parçalarını kıskandıklarından çok daha fazladır. “Aslında bir kız doğumdan itibaren toplumsal ortamda aşağılanmaya maruz kalmaktadırlar.[7]”
Böylece ilerleyen yıllarda da Karen Horney, Freud’un erkek psikolojisinin bir dalı olarak görünen kadın psikolojisi görüşüne çok farklı yaklaşmıştır. Freudcu bir dogmatik düşünce olan kız çocuklarında ki penis kıskançlığı ve psikanalitik teorideki erkek yanlılığının tezahürleri gibi kavramları açıkça reddetmiştir. Bunun yerine, kadın psikiyatrik rahatsızlıklarının çoğunun kaynağının, Freudyen teoriyi üreten erkek egemen kültürde bulunduğunu savunmuştur. Kadınların yaşamı yaratmada ve sürdürmede birincil rolü olan hamilelik, emzirme ve annelik konusundaki erkeklerin kıskançlığının, erkekleri diğer alanlarda üstünlüklerini talep etmeye yönlendirdiğini öne sürmüş ve rahim kıskançlığı kavramını psikanalist dünyada tanıtmıştır. 1932’de Horney, Chicago’daki Psikanaliz Enstitüsü’nün müdür yardımcısı olmak için Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiş 1934’te New York’a taşınmış ve özel muayenehanesine geri dönerek ve New School for Social Research’te öğretmenlik yapmıştır. Orada, Freud tarafından tanımlanan içgüdüsel veya biyolojik dürtülerden ziyade çevresel ve sosyal koşulların, çoğu şeyi belirlediğini savunduğu The Neurotic Personality of Our Time[8] (1937) ve New Ways in Psikanalizde[9] (1939) başlıca teorik çalışmalarını üretmiştir. Bireysel kişilik özelliklerinin nevrozların ve kişilik bozukluklarının başlıca nedenleri olduğunu anlatmıştır. Horney, özellikle Freud’un kültürel ve sosyal koşullarla daha yeterli bir şekilde açıklanabileceğini düşündüğü libido, ölüm içgüdüsü ve Oidipus kompleksi kavramlarına itiraz etmiştir. Daha sonraki nevroz gelişiminden sorumlu olan birincil koşulun, çocuğun “potansiyel olarak düşmanca bir dünyada yalnız ve çaresiz” hissettiği, bebeğin temel kaygı deneyimi olduğuna inanmıştır. Çocuğun bu kaygıyla başa çıkmak için benimsediği çeşitli stratejiler, sonunda hem nevroz hem de kişilik bozukluğuna neden olan kalıcı ve mantıksız duygulara düştüğünü anlatmıştır. Horney’nin geniş klinik deneyimine dayanan fikirlerinin çoğu, psikanalitik terapiye yeni bir yaklaşıma çevrilmiştir. Psikanalizin hedefleri için gerçek yaşamla, günümüz sorunlarıyla başa çıkmanın, çocukluktaki duygusal durumları ve fantezileri yeniden yapılandırmak kadar önemli olduğunu düşünerek, hastaların mevcut kaygılarının özel nedenini belirlemelerine yardımcı olmaya çalışmıştır. Birçok durumda, hastanın kendi kendine psikanaliz yapmayı bile öğrenebileceğini öne sürmüştür. Sıkı Freudyen teoriye bağlı kalmayı reddetmesi, Horney’nin 1941’de New York Psikanaliz Enstitüsü’nden atılmasına neden oldu ve bu da Horney’i yeni bir grup, Psikanalizin İlerlemesi Derneği ve ona bağlı eğitim merkezi olan Amerikan Psikanaliz Enstitüsü’nü kurmakta özgür bırakmıştır. Horney, bu derneğin American Journal of Psychoanalysis’i “Amerikan Psikanaliz dergisini” çıkarmaya başlamış ve 1952’deki ölümüne kadar editörlüğünü yapmıştır. Ayrıca yazmaya devam etmiş ve Our Inner Conflicts[10] (1945) ve Neurosis and Human Growth[11]‘ta (1950) nevrozların kişilerarası ilişkilerdeki rahatsızlıklardan kaynaklandığına dair görüşlerini açıklamıştır. Öldüğü yıl (1952) New York’ta Karen Horney Vakfı kuruldu ve bu vakıf 1955’te Karen Horney Kliniği’ni doğurmuştur. Horney’nin nevrozun nedenlerine ve dinamiklerine ilişkin analizi ve Freud’un kişilik teorisini gözden geçirmesi etkili olmaya devam etmiştir. Kadın psikoseksüel gelişimi hakkındaki fikirlerine, konuyla ilgili ilk makalelerinin bir koleksiyonu olan Feminine Psychology[12]‘nin 1967’de yayınlanmasından sonra özellikle bu görüşe dikkat edilmiştir[13]. Kadın Psikolojisi kitabı ile Freud’un cinsel kıskançlık düşüncelerine karşıt olarak tutarlı bir temellendirme yapan Karen Horney’in uterus (rahim) kıskançlığı insanlığın üzerinde düşünmesi gereken çok önemli bir kavramdır. Çünkü Türk irfanında kadının uterusu o kadar kutsal kabul edilmiştir ki ona Allah’ın 99 isminden “Rahim” ismi layık görülmüştür. Aynı zamanda hemen hemen tüm dünya dillerinde aynı derecede öneme sahip karşılıklar verilmiştir. Örneğin uterus Latince ilk anlamına gelir ve Allah’ın “Evvel” isminin anlamını vermektedir. Bu kadına verilen ayrıcalığın ve önemin ufak bir işaretidir. İnsanların embriyonik genital yapıların yetişkinlerdeki karşılaştırılmasında erkeklerde kadındaki uterusun (rahmin) karşılığı bulunmamaktadır. Her ne kadar erkeklerdeki bazı yapıların da kadınlarda eşdeğeri bulunmasa da uterusun anatomik ve fonksiyonel zenginliğine bunların hiç biri denk değildir.
TARTIŞMA VE SONUÇ
Kadın cinayetlerinin işlendiği bir dünyada Karen Horney’in görüşleri ve kadınların değeri göz ardı edilmemelidir. Türkiye ve İslâm Dünyası açısından bakarsak ise gelinen nokta içler acısıdır. “Cennet anaların ayakları altındadır” diyen bir Peygamberin ümmeti kadına en büyük saygısızlığı yapmaktadır. Hz Muhammed(Selam olsun) adına uydurulan hadislerin haddi hesabı yoktur. IŞİD (DAEŞ) vb. dinî olduğunu söyleyen emperyalist güçler tarafından kurdurulan terör ve yine din maskesi altında yani “Allah ile aldatan” (Ve sakın o çok aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın-Lokman Sûresi/ 33.Ayet) örgütlerin kız çocuklarına ve kadınlara bakışı ortadadır. Laik demokratik olmayan birçok İslâm ülkesinde durumun vahameti tüm insanlığın malumudur. Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyetini kuran iradenin kadına ve kız çocuklarına verdikleri önem onlara tanınan haklar ve eğitim imkânları ile ortaya konmuştur. Fakat bugün kız çocukları ve kadınlarımız tekrar ötekileştirilmekte eski Türk Toplumlarında asla görülmemiş olan cinsiyet ayırımcı bir ortam hazırlanmaktadır. Dede Korkut destanlarında erkeklerle savaşan kadınlardan, Hakanlarla yan yana oturan Hatunlardan erkek ve kadının haklarının adil bir şekilde yaşandığı tarihî hatıralar bitirilmek üzeredir. Kuran-ı Kerim ve Hz. Muhammed’i (Selam olsun) XX. yüzyılda en iyi anlamış liderlerden Mustafa Kemal ATATÜRK “Dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir” diyerek kadının layık olduğu yeri tüm dünyaya hatırlatmıştır.
Bu yüzyılda ise Uluslar arası İstanbul Sözleşmesine önce imza atan Türkiye Cumhuriyeti daha sonra sözleşmeden vazgeçerek sözleşme hukukunu zedeleyebilmektedir. “Spesifik olarak kadına karşı şiddeti” ve “aile içi şiddeti önleme” amacıyla hazırlanan ilk Avrupa düzenlemesi olan İstanbul Sözleşmesi, kapsamı ve oluşturduğu denetim mekanizmasıyla benzer düzenlemelerden ayrılmaktadır. Belki de en önemli özelliğiyse, “kadına yönelik şiddet”in toplumsal cinsiyete dayalı yapısına dikkat çekmesidir. “Avrupa Konseyi” tarafından 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan ve “İstanbul Sözleşmesi” olarak da bilinen “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme”, nihayet 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir. Bu Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslar arası insan hakları sözleşmesidir. Sözleşme’nin yürürlüğe girebilmesi için sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on devletin Sözleşme’yi onaylaması şarttır. İlk olarak Konsey üyesi kırk yedi ülkeden yalnızca on dördü Sözleşme’yi onaylamıştır. Bu devletler, Arnavutluk, Andora, Avusturya, Bosna Hersek, Danimarka, Fransa, İtalya, Malta, Karadağ, Portekiz, Sırbistan, İspanya, İsviçre ve Türkiye’dir[14]. 2021 yılında ise Türkiye, İstanbul Sözleşmesinden kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan uluslararası sözleşmeden resmi olarak ayrılmıştır.
Hâlbuki Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim Mâide Suresi/1.Ayette: “Ey iman edenler! “Akit”lerinizi (Rabbinize ve birbirinize verdiğiniz sözlerinizi ve yaptığınız anlaşma metinlerinizi) yerine getirin” buyurmaktadır. Yine muazzez kitabımızda Tekvîr suresi “8. 9.10. 11. 12. 13. 14. Ayetlerde “Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda, Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman. Gökyüzü sıyrıldığında, Cehennem alevlendirildiği zaman, Cennet yakınlaştırıldığı zaman, Her can, kendine ne hazırladığını bilecektir” ilahî uyarılarına her insan kulak vermelidir. Cahiliye dönemlerine ait her zaman bir uyarı olmuş bu ayetleri çok iyi anlamak gerekmektedir. Türkiye her geçen gün bir Ortadoğu çıkmazına dünya uçurumlara sürüklenmektedir. Çünkü bayrak şairi Arif Nihat Asya’nın Hz. Peygambere yazdığı Naat-ı Şerifinde hatırlattığı gibi: “Yeryüzünde, riya, inkar, hıyanet/ Altın devrini yaşıyor../Diller, sayfalar, satırlar/ “Ebu Leheb öldü”diyorlar:/ Ebu Leheb ölmedi/, ya MUHAMMED; Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor![15]”
Diğer taraftan tarihte ve günümüzde İslâm’ın kutlu müjdesini tanınmaz hale getirenler ise boy göstermeye devam ediyor. Savaşlar sırasında Yahudi gelenekteki kölelik hukuku büyük ölçüde İslam şeriatına da intikal etmiştir. Özellikle İbrani köleler ile farklı etnik kökenlere mensup kölelerin farklı hükümlere tabi olmaları İslam fıkhındaki “Araplar üzerinde kölelik yoktur” hükmünü hatırlatmaktadır[16]. Bu hüküm tarih boyunca Arap Devletleri tarafından uygulanmış bugünde emperyalizmin maşası DAEŞ ve benzeri terör örgütleri tarafından uygulanmaktadır. Irak ve Suriye’de DAEŞ terör örgütü 2014 yılından itibaren Türkmen Türkü kızlar ve kadınlara olmadık zulümler yapmış ve onları köle olarak esir pazarlarında satmışlar ve Araplar hariç diğer etnik gurupları bu kölelik statüsüne tabi tutmuşlardır. Türkmen kız ve kadınlar dünyanın gözü önünde savaşın mağduru olarak perişan olmuşlardır. DAEŞ teröristlerinde sadece uterus (rahim) kıskançlığı değil aynı zamanda Türk kadınlarına zulüm had safhada ortaya çıkmıştır. Türk Halkı içerisinde yaygınlaşan kadına şiddet vakaları ile ilerleyen yıllarda emperyalist projelerin terör örgütleri eliyle Türk-İslâm coğrafyasında Türk kızları ve kadınlarına yönelik, uydurma dinî hükümlerle Ortadoğu’da 2014 yılında inşa edilen köle pazarlarının benzerleri dünyanın muhtelif yerlerinde tekrar kurularak Türk’ün geleceği oralarda satılmak istenmektedir.
Fakat Türk milleti olanları düne göre daha iyi görmektedir. Sahte din bezirgânları, terör örgütleri ve emperyalistler, milletimizi ve insanlığı artık aldatamayacaktır. Çünkü Türk Milleti kendisine dayatılmak istenen ideolojileştirilmiş din algısını fark etmiştir. Kadına saygısız ve kız çocuğunu horlayan bir çağdışı zihniyet Türk Milletine asla sosyal bir hayat nizamı olmayacaktır. Türk gençleri hem annelerine hem evdeşlerine hem de ayırım yapmadan tüm çocuklarına sahip çıkacaktır. Türk Milleti ve İnsanlık, kızı Hz. Fatıma’yı (selam olsun) görünce ayağa kalkan Hz. Muhammed’in (O’na, Ashab-ı Güzün’e, Ehl-i Beytine selam olsun) ahlakına yani evrensel ahlaka yeniden kavuşacaktır.
Kaynaklar:
– Erich Fromm (1984). İnsandaki Yıkıcılığın Kökenler I. Kitap, çev: Şükrü Alpagut, Payel Yayınevi, İstanbul.
–İstanbul Sözleşmesi Yürürlükte, Kadına Şiddete Son? Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM e-Bülten), Ağustos, 2014, Yıl 6 – Sayı 71.
-James Lacy&Kendra Cherry, Contributions of Karen Horney to Psychology “Karen Horney’in Psikolojiye Katkıları” on March 28, 2020, https://www.britannica.com/topic/University-of-Gottingen,
– Karen Horney (1980). Çağımızın Tedirgin İnsanı, Tur Yayınları, İstanbul.
-Karen Horney (1986). Kadın Psikolojisi, çev: Selçuk Budak, Payel Yayıncılık, Ankara.
-Mustafa Öztürk (2018). Kur’an ve Tarihsellik, Ankara Okulu, Ankara.
-Nevzat Kösoğlu (Editör)., Ahmet Kabaklı (2011). Arif Nihat Asya, Gel Ey Muhammed Bahardır, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara.
-Sezen Ünlü, Çiğdem Kırel, Aysel Kayaoğlu (2011). Sosyal Psikoloji, Anadolu Üniversitesi, AÖF, II. Cilt, Eskişehir.
-Susan Tyler Hitchcock (2005). Karen Horney Pioneer of Feminine Psychology(Kadın Psikolojisinin Öncüsü: Karen Horney), Chelsea House Publishers, Heights Cross Communications, United States of America.
[1]Erich Fromm (1984). İnsandaki Yıkıcılığın Kökenler I. Kitap, çev: Şükrü Alpagut, Payel Yayınevi, İstanbul, s.296.
[2] Sezen Ünlü, Çiğdem Kırel, Aysel Kayaoğlu (2011). Sosyal Psikoloji, Anadolu Üniversitesi, AÖF, II. Cilt, Eskişehir, s. 135.
[3] Oidipus trajedisi: Sophokles’in anlatımı ile bir kâhinin bir çocuğun babasını öldürüp annesi ile evleneceğini krala söylemesi üzerine yeni doğan bebek güvenilir bir kişiye verilir. Bu kişi tarafından ismi Oidipus olan bebek bir ağaca ayağından asılarak ölüme terk edilmiştir. Onu bir çoban bulur ve kurtarır. Daha sonra bilmeden babasını öldürür ve annesi ile evlenir.
[4] Karen Horney (1980). Çağımızın Tedirgin İnsanı, Tur Yayınları, İstanbul, s. 35.
[5] Susan Tyler Hitchcock (2005). Karen Horney Pioneer of Feminine Psychology (Kadın Psikolojisinin Öncüsü: Karen Horney), Chelsea House Publishers, Heights Cross Communications, United States of America, s. 35., Karen Horney, “The Flight from Womanhood”, in Feminine Psychology, p. 54.
[6] Susan Tyler Hitchcock, a. g. e., s.36.
[7] Susan Tyler Hitchcock, a. g. e., s.36.
[8] Karen Horney (2019). Çağımızın Nevrotik Kişiliği, Çevirmen: Başak Kıcır, Sel Yayıncılık.
[9] Karen Horney(2017). Psikanalizde Yeni Yollar, Türkçesi: Selçuk Budak, Totem Yayınları, İstanbul.
[10] Karen Horney(2017). İçsel Çatışmalarımız, Türkçesi: Zeynep Koçak, Sel Yayınları, İstanbul.
[11] Karen Horney (1999). Nevrozlar ve İnsan Gelişimi, Çeviren: Selçuk Budak, Öteki Yayınları, Ankara.
[12] Karen Horney (1986). Kadın Psikolojisi, çev: Selçuk Budak, Payel Yayıncılık, Ankara.
[13] James Lacy&Kendra Cherry, Contributions of Karen Horney to Psychology “Karen Horney’in Psikolojiye Katkıları” on March 28, 2020, https://www.britannica.com/topic/University-of-Gottingen,
[14] İstanbul Sözleşmesi Yürürlükte, Kadına Şiddete Son? Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM e-Bülten), Ağustos, 2014, Yıl 6 – Sayı 71, s.1,3.
[15] Nevzat Kösoğlu (Editör)., Ahmet Kabaklı (2011). Arif Nihat Asya, Gel Ey Muhammed Bahardır, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, s. 180.
[16] Mustafa Öztürk (2018). Kur’an ve Tarihsellik, Ankara Okulu, Ankara, s. 206., Ebû Bekir Muhammed b. Ebî Sehl es –Serhasî, Kitâbü’l- Mebsût, Beyrut trs., X.40.”