Demokrat Zafer

Ahmet Koçak yazdı; HALKIN NABZI (2)

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

…“Elin adamı” olarak nitelendirilmemin moral bozukluğu içinde yayıncıma doğru; omuzlar düşük, moral bozuk vaziyette gittim. İyi karşılanınca moralim düzelir gibi oldu. İşe başlamadan önce sağdan soldan (sağdan soldan derken; bu günlerde sağdan da soldan da konuşmalar hep depreme geliyor.) konuşmaya başladık. Yayıncım:

“Tatilde tanışıp ailecek görüştüğümüz bir dostum Maraş’tan aradı; “Bursa’ya geliyoruz. Bize kiralık bir ev bulur musunuz? Biliyorsun her şeyimiz göçük altında kaldı, “valizimizle geliyoruz” bile diyemiyorum çünkü bir valizimiz bile yok.” dedi.

“Buyurun gelin dayalı döşeli daireme oturun. Kira da istemem.” dedim. Geldiler. Yaralarını bizim dairede iyileştirecekler. Şimdi komşu olduk dost aileyle. İyi ki maaşları var da ele güne muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürebilecekler. Ayrıca Ahbap Derneği’ne de parasal destek vermeye devam ediyorum. El birliği ile açılan büyük yarayı saracağız.” deyince çok mutlu oldum;

Siz gözüme şirin görünüyordunuz şimdi daha da şirin görünmeye başladınız.” dememe şaşırdı; ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Tanışalı birkaç ay oluyordu ve bu günlerdeki gibi sık görüşmüyorduk. Sonra kendisini toparlayıp: “Teşekkür ederim hocam.” diyebildi. İyi insanların iyi oluşlarını “pat” diye yüzlerine söylerim. Kötülere de itiraz eder, görüşlerine katılmadığımı söylerim ama “siz kötü bir insansınız” demem. Sessiz kalır, görüşmemeye gayret ederim.

Yayıncım çay söyleyince moral bozukluğundan eser kalmadı. Teflon tava gibiyimdir, moralimi bozan şeyler çabucak sıyrılır gider. Çay söyleyince daha bir şirin gözüktü gözüme. Dostlarım arasına bir iyi insan daha katıldı. Bir de yemek söylese ne kadar şirin gözükür gözüme kim bilir!… İyi insan çayları getiren garsonu göstererek:

Bak, bu arkadaş da depremzededir.” dedi. Garson:

“Doğru. Depremde ben buradaydım ama annemle babam Kahramanmaraş’taydı. Depremden sağ kurtuldular. Duyunca hemen yola çıktım. Üçüncü gün oradaydım. Babam bir binayı göstererek “Ekipler çok geç kaldılar. Şu binanın üçüncü katında bir adam, bir bacağı enkaz altında sıkışmış tepesi aşağı sarkık vaziyette iki gün “bacağımı kesin! Beni kurtarın!” diye feryat etti. Yüksekteydi ve oraya ulaşıp adamı kurtaramadık. Bağıra bağıra öldü zavallı adam!” diye anlattı. Çok üzüldüm. Orada nice acıklı hikâyeler yaşanmış abi bir görmelisin. Ben hâlâ depremin acısı içerisinde yerde mi geziyorum, gökte mi geziyorum bilemiyorum” derken gözyaşlarını tutamadı. Yanımızdan hemen gitti.

Biz çalışmaya devam ettik. İşimiz bitince yayıncım -ödül olarak- ikinci çayları söyledi. Çaylarımızı içerken içeri bir tanıdık sima girdi. Yayıncımla uzun yıllardır tanışıyorlarmış. Ben tanışmamıştım ama köşe yazılarındaki resminden tanıdım içeri giren arkadaşı.

Merhaba Önder Bey nasılsınız?” diyerek elimi uzattım. Gelen arkadaş tarım müdürlüğünden emekli, köşe yazarı Önder Gümüş’tü. Yüzüme dikkatli bakınca o da beni çıkardı. İkimiz de köşe yazılarımızdaki görünüşümüzden birbirimizi tanımıştık. İyi ki yazıyormuşuz…

Önder Bey, yazılarınızı beğenerek okuyorum. Laiklikten, bilimsel düşünceden, Atatürk devrimlerinden uzaklaştığını düşündüğünüz hükümetin yanlış tarım ve hayvancılık politikalarını acımasızca eleştiriyorsunuz.

“Bir aydın duyarlılığı ile dile getirmemiz gerekli değil mi?”

Evet, doğru söylüyorsunuz.”

Bir filme gidersiniz. Kötü kişiler filmin kahramanına uzun uzun kötülük ederler. Filmin sonunda başrol oyuncusu kötülük edenleri döver; şu anam için, şu babam için… diyerek yumrukları peş peşe vurur da yüreğimizdeki yağlar erir ya, sizin yazılarınızı okuyunca ben de aynı duygular içinde oluyorum.” dememe mutlu oldu. İkinci iyi insanı da diğerlerinin arasına katmanın mutluluğu içine girdim.

İşim vardı telefon numaralarımızı aldıktan sonra, uygun bir zamanda tekrar görüşmek üzere ayrıldım.

Eve giderken yol üzerinde bir markete girdim. Kasadaki kız:

“Abi bak, salçalarda indirim var; 49, 90’dan 30 liraya düştü. Almak ister misin?” diye sordu. Ucuz malı severim. “Olur” dedim.

Zamlardan sonra her market fişindeki fiyatlara tek tek bakarım. Baktım salça 49. 90 lira. İndirim yapılmamış. Hemen dönüp itiraz ettim. Kızcağız şaşırdı. Market müdürüyle görüşmeye gitti. Döndüğünde:

“Abi kusura bakmayın sizi beklettim. Siz, sigara da aldığınız için indirim uygulanmamış.” demesin mi? Bazen şu kadar alışveriş yaparsanız bu ürün indirimli gibi reklamlar oluyor marketlerde. Tekel ürünleri hariç tutuluyor. Bu da öyle olmalı ama o uyarı yapılmamıştı. Canım sıkıldı. Çalışanla uğraşmak istemedim. Paramı iade etmesini söyledim. O arada homurdanmayı da ihmal etmedim:

Neden tekel ürünleri hariç yazılmamış? Bu resmen müşteriyi aldatmak” dedim. Çalışan gülümseyerek geçiştirdi. Bazen de rafta indirim uygulanmış bir üründen kasanın haberi olmayıp indirimsiz fiyattan sattıkları da oluyor. Marketlerin indirimli satış yapmaya zorlanması onları böylesi hilelere başvurmak zorunda bırakıyor da olabilir. Siz de benim gibi yapın, fişlerinizi kontrol edin. Aslında kırk lira olan o salçayı elliye çıkarıp, otuzdan satıyoruz diye kaç müşteriye elli liradan sattılar kim bilir?

Bir günlük halkın nabzını tutma serüvenim böylece sona erdi. Başka bir ‘Halkın Nabzı’ yazısında buluşmak ümidiyle…

ahmet.kocak16@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ