Demokrat Zafer

SUYUMUZU KORUYALIM, YAŞAMI SAVUNALIM

Bugün 22 Mart Dünya Su Günü. Her ay olduğu gibi bugün de 12. kez suya ve diğer ekolojik yıkımlara yönelik taleplerimizi iletmek için buradayız.

Yeryüzünün %70’i suyla kaplı olsa da dünyamızda karaların kapladığı hacimle karşılaştırılamayacak kadar az miktarda su bulunmaktadır. Dünyada var olan suyun %97’si okyanus ve denizlerde tuzlu su olarak bulunur. Geriye kalan dünyadaki tüm suyun yalnızca %3’ü tatlı sudur. Tatlı suyun 3’te 2’si donmuş olarak buzullarda, 3’te 1’e yakın miktarı da yeraltı su akiferlerinde bulunur. Dünyanın yüzeyinde tüm göller, nehirler, derelerde bulunan tatlı suyun miktarı ise o kadar azdır ki bu dünyadaki tüm tatlı su miktarının yalnızca %1’i olarak hesaplanmıştır.

Birleşmiş Milletler 2021 Yılı Su Raporu’na göre Türkiye coğrafyasında orta ve yüksek oranda su stresi olduğu görülmektedir. Aynı raporda Türkiye’de su kaynaklarının mevsimsel değişikliğinin yüksek ve çok yüksek boyutlarda olan yeraltı sularının da yılda 2 cm’ye varan düşüş olduğu açıklanmaktadır.

Türkiye’nin su varlıklarında azalma sürekli düşüş eğiliminde olduğu halde Türkiye’yi 20 yıldır yöneten AKP hükümetleri, suyu korumak bir yana tam tersi çok su tüketen, suyu kirleten, suyu ticarileştiren ve suyun doğal çevrimini engelleyen yüzlerce projeyi uygulamakta sakınca görmedi. Öyle ki, son 20 yılda temiz akan dere kalmadı. Su kaynakları henüz ovaya inmeden dağlarda suyu ambalajlayan şirketlerin talanına açıldı. Nehirlerin önüne ardı ardına barajlar, HES’ler yapılarak suyun doğal döngüsü engellendi. Baraj gövdesindeki sular HES şirketlerinin ticari malı durumuna getirildi. Böylelikle doğanın ve halkın suyu, HES ve su şirketleriyle yaratılan su baronlarına tahsis edildi. İklim kriziyle birlikte her yıl giderek derinleşen su kıtlığının artmasıyla halk ve şirketler arasında olası su savaşlarına zemin hazırlandı. Bunlarla birlikte, su varlıklarımızdaki azalmanın temel nedeni iklim krizini tetikleyen ve pek çok ülkenin kurulmasına izin vermediği Türkiye gereksiniminin çok üzerinde yeni termik santraller, çimento ve demir çelik fabrikaları gibi enerji yoğun projeler teşvik edildi.

Son 20 yılda yaratılan bu distopyanın en çarpıcı görünümü kirletilen derelerimizde ortaya çıktı. Kanun ve yönetmelikler şirketlerin çıkarına göre yeniden düzenlenirken, Nilüfer Çayı, Ergene ve diğer pek çok deremiz, içinde balık dahil hiç bir canlının yaşamadığı açık lağımlara dönüştürüldü. Oysa tüm fabrika ve üretim tesisleri, ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) Raporu’nu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na onaylatmadan üretime başlayamazlar. Fabrika ve üretim tesisleri atıklarını kanunlara göre nasıl çevreye uyumlu duruma getireceklerin ÇED Raporlarında yükümlülük olarak üstlenirler. Atıklar yasal mevzuata göre arıtılıyorsa Türkiye’de hiç bir derenin kirli akmaması gerekirdi. Oysa Türkiye’de tüm dereler Nilüfer Çayı gibi kirlidir. Herkesin gözü önünde olan bu saptama bile devletin ilgili bakanlıkları ve kolluk güçlerinin görevini yerine getirmediğini ortaya çıkarmaktadır. Biz Bursa Su Kolektifi olarak üç ay önce ÇED Raporlarını onaylayan Bursa Çevre Şehircilik ve İklim değişikliği Müdürlüğü’ne verdiğimiz dilekçede, bütün fabrika ve tesislerin ÇED

 

Raporu ile atıklarını bertaraf yükümlülükleri üstlendikleri halde neden Nilüfer Çayı’nın hiç bir amaç için kullanılmayacak düzeyde kirletilmiş olarak aktığını sorduk. Dilekçemize 2,5 ay sonra gelen yanıtta Bakanlığın görevlerini yerine getirdiği yazıyordu. Bu sözde yanıt Türkiye’de çevreyi temiz tutmakla görevli bakanlıklar, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği, Tarım ve Orman, Sağlık, Enerji Bakanlıklarının derelerimizi temiz tutmaktan aciz olduğunu, görevlerini yerine getirmediğini ortaya koymaktadır. Bu da ilgili bakanlıkların derelerimizin kirletilmesine izin vererek halkın sağlığını ve geleceğini değil şirketlerin çıkarını koruduklarını göstermektedir.

Şehirlerde devletin ilgili kurumları görevlerini yapmak yerine merkezden gelen emirleri uygulamak zorunda bırakılırken, kanun ve yönetmelikler halkın aleyhine ama şirketlerin çıkarına değiştirilmeye devam edilmektedir. Son birkaç ayda ormanları, zeytinlikleri talana açan yönetmelikler ard arda yayınlandı. Türkiye tarihinde ilk kez bir deniz ve kıyıları yani Marmara Denizi, Cumhurbaşkanı kararıyla özelleştirme kapsamına alındı. Buna izin vermeyeceğiz ancak iş başındaki AKP hükümetinin sorumlu olduğu ekonomik krizden çıkmak için yine halkın devredilemez varlıklarını satarak kaynak sağlama acizliğine düştüğünü görüyoruz.

Derelerin hiçbir amaçla kullanılmayacak kadar kirli ve iğrenç kokular yayarak akması 20 yıldır yönetimde olan AKP hükümetini rahatsız etmiş olacak ki, tam da kendilerine yakışır biçimde güneşi balçıkla sıvamak istediler. Derelerin temiz akmasını sağlamak yerine, yasal düzenlemeyle su kirlilik düzeyleriyle oynayarak mevzuata göre çok kirli akan derelerin kirli su niteliği ortadan kaldırıldı. Bu değişikliği ancak dereleri kirleten şirketleri, çalıştırılmayan arıtma tesislerini denetlemek yerine, şirketlerin karlarını ön planda tutup halkın sağlığını ve geleceğini hiçe sayan bir yönetim anlayışı yapabilirdi.

Derelerimizdeki kirlilik, deniz ve göllerimizi daha önce hiç görülmemiş ölçüde birikime neden olmakta bu da göllerimizi içinde balık ve sucul canlı yaşamına izin vermeyecek düzeye taşımaktadır. Şimdiye kadar hiç görülmemiş sayıda alg patlamaları günümüzde göllerimizdeki kirliliği görünür kılmaktadır. Göldeki suda renk değişikliği şeklinde ortaya çıkan alg patlamaları, suda bulunan küçük canlıların kirlilik etkisiyle çoğalarak göl suyunda bulunan oksijeni hızla tüketmesi, sudaki balık ve pek çok canlının oksijensizlikten ölümleriyle ortaya çıkmaktadır. Bu tehditler, Bursa’daki sulak alanlarımız İznik Gölü, Uluabat Gölü ve Karacabey Longoz Ormanı ile lagünlerimizi önemli oranda etkilemektedir. Buna rağmen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sulak alanlarımızı daha da tehdit edecek projelerin ÇED Raporlarını onaylanarak izin vermeye devam etmektedir. Tek başına Orhangazi İlçesi’ndeki yurttaşlarımızın iki katı su tüketen Cargill, mahkemelerin verdiği kapatma kararlarını hiçe saydı. Zamanın AKP hükümeti, şirketin merkezi ABD’ye verdiği sözler doğrultusunda Cargill’i kurtaracak af kanununu TBMM’den geçirdi. İznik Gölü’nü kirletip su varlığını azaltacak zeytinyağı fabrikaları, kağıt fabrikası gibi pek çok proje ise hala adil kalmayı başarabilen mahkemelerimizde açılan davalarla zarar oluşmadan engellenebildi. Yine yakın geçmişte Uluabat Gölü kenarına yapılmak istenen Kotiyak Sanayi Bölgesi de açılan davalar sonucu durdurulabildi. 28 Şubat 2022 tarihinde bilirkişi incelemesi yapılan Kütahya Simav’da açılmak istenen altın madeni, dünya genelinde çok az gölün sahip olduğu Ramsar niteliğinde olan Uluabat Gölü’ndeki kirliliği, gölü

yok edecek boyuta taşıma potansiyeline sahiptir. Tüm çevre ve insan sağlığı tehditlerine rağmen bu yatırımların devlet kurumlarının ve özellikle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın izin ve onayları ile yapılmaya devam edilmesi, halkın sağlığını ve geleceğini önemsemeyen işgal hükümetlerinin uygulamalarını anımsatmaktadır.

Dere ve göllerimizdeki kirliliğin temel nedeni sanayi üretim tesislerinin atık suları olsa da tarım zehirlerinin ve gübrelerinin bilinçsiz kullanımının su kirliliğinde önemli etkisi olduğu bilinmektedir. Köylü tarım zehiri ve kimyasal gübre kullanımı konusunda bilinçlendirilmediği, denetlenmediği ve gerektiğinde cezalandırılmadığı için ayrıca, satış belgesi olmadan, kontrolsüz, gereksiz tarım zehiri, kimyasal gübre satışı ve kullanımı da su kirliliğine neden olmaktadır. Tüm bunlar bilindiği halde devletin kurumları hiç bir şey yapmamayı ya da yapıyormuş gibi görünmekten öte bir çaba içinde olmadıkları için sularımızda tarımsal kirlilik de önemli yer tutmaya devam etmektedir.

Deniz çürüdü. 2021 yılı Marmara Denizi’nde müsilaj felaketinin yaşandığı yıl olarak tarihe geçti. Müsilaj özellikle deniz altında yaşayan milyonlarca deniz canlısının ölmesine neden oldu. Göllerimizdeki kirlilik alg patlaması yaratırken Marmara Denizi’ndeki kirlilik müsilaj felaketini yarattı. Deniz çöl görünümünü aldı. Temel nedenin kirlilik olduğu bilindiği halde kirliliği azaltan acil ve sonrası için gereken önlemler ve kararlar alınmadı. İlk müsilaj oluşumu Kasım 2020’de Ergene Havzası’ndaki 2500 sanayi tesisinden çıkan kirli suların, içinden kamyon geçecek kadar büyük borularla Marmara Denizi’nin derinliklerine boşaltıldığı yerde görüldü. Yıllarca arıtılmadan derin deşarjla denize boşaltılan kirli suların Marmara Denizi’nin derinliklerindeki oksijeni azalttığı biliniyordu. Bu yoğun kirliliğe Ergene Nehri’nin kirliliğinin de eklenmesi ile birlikte Marmara Denizi bu yükü daha fazla taşıyamadı. Müsilaj, önce deniz dibine sonra deniz yüzeyine yayıldı. Devlet kurumları deniz yüzeyindeki müsilajı toplayarak halkın gözünde müsilaj bitti izlenimi yaratmaya çalıştı. Müsilajın ilk görüldüğü tarihten bir yıl sonra yayınlanan Marmara Denizi Stratejik Planı, Ergene Havzası’nın kirli suyunun boşaltıldığı Marmara Denizi’nin batısını kapsam dışına bırakarak en temel kirlilik nedenini yok saydı. Stratejik Plan hiçbir ilkesel karar, zorlayıcı önlem ve etkin uygulama kararları içermeyen öneriler bütünü olarak yayınlandı. Bu da AKP hükümetinin Marmara Denizi’nde kirliliği önlemek için hiçbir işlem yapmayacağını açıkça ortaya koydu.

Suyumuza, doğamıza ve tarım alanlarımıza yönelik tüm bu karanlık tablo karşısında biz Bursa Su Kolektifi olarak her gün, her ay Dünya Su Günü’dür diyerek her ayın 22’sinde burada Bursa Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü önünde basın açıklamaları düzenledik. Suya ve doğamıza yönelik tehditlere karşı yetkililerin önlem alınmasını istedik. Verdiğimiz dilekçelerle yapılmayanları, eksikleri, yapılması gerekenleri ve taleplerimizi Bakanlığa ilettik. Bu mücadelemizin mutlaka sonuç vereceğine inanıyor, bundan sonra da “Suyun Sesi Ol”maya devam edeceğimizi bir kez daha kamuoyuna duyuruyor, sesimize ses katmak isteyen Bursa halkını da birlikte mücadeleye etmeye çağırıyoruz. 22.03.2022

Bursa Su Kolektifi

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ