MEMLEKETİME HOŞ GELDİN PAŞAM!
Bugün Atatürk’ün 27 Aralık 1919’da Ankara’ya attığı adımın 102’nci yıl dönümü… 104 yıl önce bugün Gölbaşı’ndan Ankara’ya giren ‘Mustafa Kemal Paşa’, Dikmen sırtlarında vatandaşlar ve Seymenlerden oluşan binlerce kişi tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye üyeleri, Anadolu’da başlatılacak Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi’nin merkezinin Ankara olarak belirlenmesinin ardından, 18 Aralık 1919 günü Sivas’tan Ankara’ya doğru yola çıktı. İlk adresleri Kayseri ve Mucur’da birer gün kalan heyet, daha sonra Kırşehir-Karaman güzergâhını kullanarak 27 Aralık Cumartesi günü Ankara’ya ulaştı. Gölbaşı’ndan Ankara’ya giren Atatürk, Ankara halkının yanı sıra köylerden ve kasabalardan akın akın gelen 3 bin atlı ile 700 yaya Seymen’in oluşturduğu ‘Seymen Alayı’ ile karşılandı. Atatürk önderliğindeki heyet; Dikmen’den Yenişehir-Radyoevi-Ulus Meydanı yolundan dönemin ‘Hükümet Konağı’na (Eski Ankara Valiliği Hizmet Binası) ulaştı. Atatürk, Hükümet Konağı’nda bir süre dinlendikten sonra kendisine tahsis edilen ve şimdilerde Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü olarak kullanılan Ziraat Mektebi’ne yerleşti. Atatürk yaklaşık 4 yıl boyunca Milli Mücadele’yi yönettiği Ziraat Mektebi’nde önemli kararlara imza attı.
STK Yöneticisi Ebru Öztük makalesinde; “Bir varmış bir yokmuş… Osmanlı Devleti adında kurulan 3 kıtaya hakim; bilimde, sanatta, edebiyatta, savunmada ileri düzeyde bulunan, kendi himayesinde bulunan farklı etnik ve dinsel kitleleri kendi vatandaşı kabul ederek fikirlerinde özgür bırakan ve tüm askeri yükü kendi üstüne alıp, gayrimüslim gruplara askerlik yaptırmadığı gibi, hükumetin her noktasında ayırım yapmadan yaşayanların olduğu bir ülke varmış…
O zamanlar, teknolojide Asya ilerde, Avrupa gerideymiş… Dünyanın boğanın üzerinde düz olduğuna inanan, Avrupa’daki yönetimin papazların elinde olduğu bir işleyiş varmış… Bu dönemde 3 kıtaya yapılan Osmanlı Devleti teknolojide ilerlerken, Selçuklu Dönemimde başlayan Müslümanlığa geçiş her geçen gün biraz daha hızlanmış…
Çok eski tarihi olan ve hanların, hatunlarına ‘benim hanım ‘ anlamında ‘hanım’ sözlüğünü kullandığı, hanın da, hanımın da imza atmasıyla geçerlilik gösteren kararların alındığı günlermiş; o günler…
Gel zaman-git zaman Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferiyle, 4 halife döneminden o güne kadar süregelen halifelik, Osmanlı Devletinin yönetimine geçer…
İstanbul’un fethi ile değişimin başladığı Avrupa’da, zamanla ilerlemeye başlar ve teokratik fikirlerin yerini, ilmi, sanatsal çalışmalar alır… Sonra Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi ile gelişmeye devam eder…
Kanuni Sultan Süleyman’ın ölmesi ile çark yavaş yavaş tersine dönmeye başlar, Ortaçağda Avrupa’da yapılanları, artık Osmanlı uygulamaya başlar. Yani tahterevallideki kaldıraç etkisi ters etki yapar! Her geçen gün biraz daha dibe derken, ‘at, avrat, silah’ diyen, beraber karar alan hakanlar, Osmanlı Devletinin sonunda, sayımda erkekler ve büyükbaş hayvanları sayan, kadına büyükbaş hayvan kadar değer vermeyen bir yapıya döner!!!
Ülkenin sınırlarının küçülüp, yenilgilerinin arttığı, değer kaybına uğrayan ülke olmaya başlaması, borçlanmaların arttığı dönemde, Selanik’te sarı, saçlı mavi gözlü, çok zeki bir çocuk doğar, büyür… İşte o çocuk subay olur, öğrencilik yıllarından başlayarak; subaylık döneminde de başarılara imzalar atar, hatta herkesin yenildiği Balkan Harbi, I. Dünya Savaşı gibi savaşlarda bile başarılara imza atar ve orgeneralliğe kadar yükselen, 38 yaşına gelen, padişah tarafından ülkedeki karışıklıklarını düzeltebilecek kişi seçilen bu komutanının görevi 9. Ordu Müfettişi olarak, ‘halkı işgalcilere karşı sakinleştirmek’ olarak belirlenir ve padişah Vahdettin tarafından görevlendirilir…
Samsun’a gelince ilgiyle karşılanan bu komutan, birçok kişinin cesaret edemediklerini, düşünmediklerini, söyleyemediklerini ortaya koyacak kadar cesur komutan artık Samsun’a gelmişti…
Samsun’dan Amasya’ya geçen bu komutan, uzun süredir alınan kararlarla geriye gitmiş; emperyalizmin boynuna taktiği halka ile hareket edenleri, ‘bağımsızlık benim karakterimdir ‘ diyerek ayağa kaldıran komutan olmuş!
Artık manda yönetimini değil, ulusunu savunduğu için Osmanlı Devleti de, emperyalistler de Atatürk’ü öldürmek istemişler ama O hiçbir tehdide aldırır etmeyip, önce Erzurum, sonra Sivas ve Kayseri, Mucur, Hacıbektaş Kırşehir Kaman , Behran’a uğrayarak Ankara’ya 27 Aralık 1919’da gelmiş..
Ankara’ya geliş, yeni bir ülke, yeni bir başkent, yeni bir yönetim, yeni bir mücadelenin çoban ateşlerinin yakıldığı günmüş! O gün esaretin yerine cesaret, emperyalizmin yerine millilik, bağımlılık yerine bağımsızlık için, kendi ülkesinin bütünlüğü için çalışmaların bir araya geldiği yer olmuş…
Artık grubun değil ulusun, teokrasinin değil demokrasinin, şeriatın değil laikliğin, kişisel çıkarların değil toplumsal çıkarların desteklendiği bir oluşum hayata geçirilmiş…
19 Mayıstan, 27 Aralık tarihine kadar halkın bilgilendirilmek için ülkenin gezilip; şimdi her ilden gelecek 3’er kişi ile nasıl çalışmalar yapılacağının plânlandığı yer olmuş…Kadınların değer verilmeye başlandığı, savaş devam ederken Millî Eğitimin toplandığı, şahsi kararların yerine toplumsal kararların öne çıktığı gün olmuş ve Paşanın en güvenli bölge olarak görerek geldiği Ankara Dikmen sırtlarında, kendisini ve arkadaşlarını Seymenler karşılayıp; “Hoş geldin Paşam! Vatan uğruna ölmeye geldik Paşam!” diyerek karşılamışlar…
Kısaca bugün Osmanlı Devletinden, Türkiye Cumhuriyetine geçiş için düğmeye basıldığı gün olmuş!
İyi ki geldin Paşam! İyi yere, doğru yeri seçtin ve o yere; Ankara dedin! İyi ki Selanik’ten sonra 2. Memleketi olarak Bala’dan davet edilip; milletvekili olarak çıkarıp; zifiri karanlığa güneş gibi doğdun Paşam! Memleketime iyi ki geldin, hoş geldin Paşam; hoş geldin!