Demokrat Zafer

İsmail Korkmaz yazdı; Tripoliçe’de 5 Ekim 1821’de insanımıza reva görülen katliamı unutmayacağız!

Gazeteci İsmail Korkmaz bir vahşetin perdesini araladı. Korkmaz; ”

Tripoliçe’de 5 Ekim 1821’de insanımıza reva görülen katliam ”Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!” sloganı ile meşrulaştırılıp bu gün unutturulmak istense de
ne biz, ne de tarih unutmayacak…

Mora Yarımadası’nda tam 202 yıl önce bu gün biz Türkleri yok etme, önce Balkanlar’dan sonra da Anadolu’dan sürmek, tarih sahnesinden de silmek için büyük bir atılım başlatıldı.

Yarımadadaki yerleşkelerden Tripoliçe’de yaşayan yaklaşık 40 bin insanımız çocuk, kadın, yaşlı denmeden acımasızca katledildi.

Günümüz Yunanistan’ın kara lekesi olan Mora Katliamı biz Türkler açısından tarihin en kahredici sayfası olarak geçmişimize not edildi.

Prof. Dr. Ali Fuat Örenç, Mora Türklerine yapılan katliamlardan şöyle bahsediyor:

Ünlü İngiliz yazar William St. Clair, Mora’daki Rum katliamlarını şu çarpıcı cümlelerle anlatıyor: Geçmişin derinliklerinde unutturulmaya çalışılan Mora Türklerine yönelik katliam “medeniyet beşiği” olmakla övünen Yunanistan için tarih sahnesinden silmek istediği kara bir leke.

Amerika, İngiltere ve Fransa ile Rusya’nın desteğini arkasına alan Yunan çeteleri batı ülkelerini Hristiyanlık için yeni bir haçlı savaşı uyutmacası ile kandırdı.

Adeta tüm dünyanın vicdanı kör edildi.

Özellikle bațılı ülkeler maalesef Yunan çetelerine destek vermiş, bölgede ne kadar Türk var ise yok edilmelerini istemişler ve unu sağlamışlardı.

Batılı devletlerin bölgedeki diplomatik temsilcileri ve misyon şeflerini dahi dehşete düşüren bu olaylardan raporlara yansıyanlar, yaşanan vahşetin günümüze uzanan belgeleri.

O raporlardan öğreniyoruz başımıza gelenleri, yaşanan dehşeti.

Daha isyan başlamadan önce Türklerin yok edilmesi için yemin etmiş bulunan Yunanlı din adamları çanlar çalıp, halkı ayaklanmaya katılmaya teşvik ediyorlar.

Papazlar, bu uğurda can verenlere şehitlik mertebesi vaat ediyor.

Ağızdan ağıza ne Mora’da ve ne dünyada hiçbir Türk’ün kalmayacağı dolaşıyor, bir kökten yok etme savaşının başlangıcını ilan eden şarkılar söyleniyor.

Bizim için keder, acı, gözyaşı demek olan o günleri unutmamak adına sivil toplum kuruluşlarımız günlerdir çeşitli etkinlikler düzenliyor.
Başta İzmir, Bursa, İstanbul ve Edirne olmak üzere Türkiye’nin birçok ilinde Yunanistan konsoloslukları ile temsilciliklerine siyah çelenkler bırakılıyor, yürüyüşler organize ediliyor, paneller yapılıyor.

Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu’nun (BRTK) Türkiye genelinde, Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği (Bal-Göç) Genel Merkezi’nin ise Bursa’daki inisiyatiflere liderlik ettiği bu eylemlilik günlerinde Bursa da yerini aldı.

Uludağ Üniversitesi akademisyenlerinden Gürhan Korkmaz da bu sürece katkı koyanlardan.

Bal-Göç Genel Başkanı Emin Balkan’ın bu yöndeki çağrısını hiç tereddütsüz görev kabul eden Korkmaz’ın not defterimize düşen bilgileri ise o gece etkinliğe katılan ve kendini Türk hisseden herkesi kahırlandırdı.

Başkan Prof. Dr. Emin Balkan’ın da dediği gibi, adeta bir soykırıma dönüşen bu katliamın unutulmaması ve unutturulmaması için gelecek kuşaklara bu bilgilerin aktarılması ‘hayati’ önemde.

Bir kez daha tarihe tanıklık edenlerin notlarından 5 Ekim 1821 günü Türklere yaşatılan dehşeti ve olayları tüm çıplaklığı ve yalınlığı ile tekrar anımsatalım.

McCarthy, Tripoliçe katliamını şu çarpıcı cümlelerle nakleder:

“Üç gün boyunca zavallı Türk yerleşimciler, bir vahşiler güruhunun şehvetine ve zulmüne teslim edildiler. Ne cinsiyet ve ne de yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. Kadınlarla çocuklar dahi öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler. Kıyım öylesine büyük ölçekteydi ki, çetecilerin sergerdesi Kolokotronis’in kendisi bile, kasabaya girdiğimde yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi demektedir. İlerlediği zafer kutlama töreni yolu, cesetlerden bir örtüyle döşenmişti”.

Tarihçi N. Iorga ise eserinde Rumların Tripoliçe’yi 5 Ekim 1821’de ele geçirişlerini şöyle aktarıyor:

“Kendilerinde disiplinden eser bulunmayan Rumlar en vahşi Asyalılardan daha korkunç bir şekilde ortalığı kan ve ateşe verdiler. Yalnız fidye umdukları kimselerden başka, kadın ve çocuklar da dâhil olmak üzere herkesi parçaladılar. Elebaşılardan biri, Tripoliçe ve civarında öldürülen Türklerin sayısını 32 bin olarak tahmin etmektedir ki, bu sayı Osmanlı İmparatorluğu zamanında öldürülen Rumların sayısından kat kat yüksektir. Tripoliçe şehrinden yalnız duman tüten harabeden başka bir şey kalmamıştı”.

Tarihi kayıtlara güre isyancılar, Tripoliçe kentinde hiçbir şey bırakmayacak biçimde yağma yapmışlar.

Öyle ki, katliama katılan Manya Beyi, payına düşen ganimeti 20 katır ve 2 deve ile ancak taşıyabilmiş.

Araştırmalarında Mora’daki katliamlara dikkat çeken Salâhi N. Sonyel, Tripoliçe kıyımı bütün dehşetiyle ele almıştır.

Yazar, bilhassa Yunan tarihinin kahramanları arasında yer alan isyancı liderlerden Theodoros Kolokotronis’in vahşetine dikkat çekmektedir.

Tripoliçe katliamı sırasında kentte bulunan ve aralarında Albay Thomas Gordon’un da olduğu Avrupalı subaylar, oradaki tüyler ürpertici sahnelere şahit oluyor ve bazıları, daha sonra bu olayları bütün çirkinlikleriyle anlatıyorlar.

Bu sahnelere dayanamayan Almanyalı Helen dostu genç Doktor Wilhelm Boldemann, zehir içerek intihar ettiği belirtilmektedir.

Iorga notlarında:

“Tarihin en büyük katliamlarından birinin eşiğinde olan Mora’daki Tripoliçe şehri, 5 ay boyunca 50–60 bin Rum tarafından aralıksız kuşatıldı. Rum isyancılar Tripoliçe’de Rum isyanı boyunca meydana gelen en büyük katliamlardan birini gerçekleştirdi. Şahit olanların kanının donduran saldırılarda, şehirde bulunan 40 bine yakın Türk’ün hemen tamamı 3 gün içinde vahşice öldürüldü. Burada bulunan komutanlar ile ailelerinden oluşan 97 kişi rehin alındı. Kin dolu Rumlar Türk mezarlığını dahi kazıp, kemikleri çıkarıp yaktılar. İsyancılar, kuşatma esnasında Türklere gayret vererek isyana karşı koymaya teşvik eden Tripoliçe Kadısı Halim Efendi’yi de üzerine yağ döküp yakmak suretiyle katletti.”

demektedir.

Mora’da Türklere karşı işlenen cinayetleri ve katliamları konu alan yabancı kaynak eserler Amerika, Fransa, Almanya ve İngiltere kütüphanelerinden daha sonraki yıllarda birer birer yok edilmeye başlandı.

O eserlerden biri de ABD’li yazar McCarthy’nin, Ölüm ve Sürgün adlı yapıtıdır.

McCarthy kitabında, Mora Yarımadası’nda Rumların Müslümanlara karşı genel bir yok etme politikası içinde olduklarına özellikle vurgu yaparak, ayaklanmanın milliyetçi sloganını Balyabadra Piskoposu Germanos’un ağzından dökülen;

“Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!” söyleminin temsil ettiğini belirtiyor.

Kentte bulunan Avrupalı gönüllülerden Kotsch adlı bir Alman subayın anlattıkları ise şöyle:

“Türklerle ilişki kurduğu sanılan bir Rum papazı işkence ile öldürülmüştü. Kentten kaçmaya çalışan bir Musevi, büsbütün soyularak, organları kesilmiş; o durumda kentte dolaştırıldıktan sonra asılmıştı. Öldürülmeyenler 10-15 adet Rum eşkıya tekneleri ile Kuşadası ve İzmir taraflarına nakledildiler. Bu göçmenlerden bir kısmı Anadolu’ya geldiklerinde uzun süre açlık çektiklerinden, yemek yer yemez ölmeye başladı.”

Yunan isyanı ve sonrası gelişmelere dair eseri bulunan David Howarth, Mora’da Türklere yapılanları ibret verici cümlelerle kaleme alıyor.

Howarth, 1821 ihtilalini yerinde izlemiş, İngiliz, İtalyan, Fransız, Alman subay ve gazetecilerin ülkelerine döndükten sonra yazdıkları kitap, makale ve günlükleri tek tek inceleyerek kitabını hazırlamıştı.

Howarth eserinde verdiği sarsıcı bilgilerden sadece şu satırlar bile yaşanan vahşeti anlatmaya yetiyor:

“Yunanlıların, barbarlıklarına 20 kadar Avrupalı tanık olmuştu. Bunlardan biri de İskoçyalı Albay Thomas Gordon’du. Tripoliçe’de gördüğü olaylar o kadar dehşet vericiydi ki, utanç verici bu olayların, sonsuza değin bilinmesini istedi: İki gün içinde, on binlerce Türkün yaşadığı şehirde tek canlı kalmamıştı. Bunların çoğu, kafası, kolları ve bacakları kesilerek öldürülmüşlerdi. 1821 ihtilali döneminde, Yunanistan’da yaşayan yabancıların sayısı, parmakla sayılacak kadar azdı. Bu yüzden Avrupa ülkeleri Yunanistan’da neler olup bittiğini bilmiyordu. Yunanistan dışına gönderilen raporlar savaşa katılmamış, Atina’da yaşayan aydın romantikler tarafından hazırlandığı için, Yunanlıların ideallerine uygun ölçülerde kaleme alınıyordu. Bu Avrupalılar Türkleri kınarlarken, barbarlık edenin ve katliamı başlatanın Yunanlılar olduğunu bilmiyorlardı.”

“Dünyanın haberi olmadan yok edildiler. 20 bini aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında Rum komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan öldürüldüler.”

Tanıklardan Lütfi Efendi’nin kaleminden dökülen notlar:

“Rumların ayaklanmasıyla, yaklaşık dört asır Mora’yı vatan edinen Türkler, isyancıların çok şiddetli saldırılarına maruz kaldı. İsyana Yunanlılara destek için katılan ancak gördükleri vahşet karşısında irkilen bazı Avrupalı müelliflerin gözlemlerinden anlaşıldığı kadarıyla, Rumların bu vahşi cinayetleri tam bir soykırım özelliği taşıyordu.”

1821’de başlayan isyan yaklaşık 10 yıl devam etti. Dönemin Avrupalı büyük devletleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya isyancı Yunanlıların lehine diplomatik ve askeri müdahalelerde bulundu.

Avrupalılar isyancıları açıktan destekledi.

Bu da Osmanlı Devleti’nin isyanı bastırmasını imkansız hale getirdi.

Prof. Dr. Ali Fuat Örenç, Yunanistan’ın Avrupasız var olamayacağını, şu cümlelerle anlatıyor:

“Avrupa’da sahip oldukları uygarlığın kültürel ve laik köklerinin Antik Yunanistan’dan kaynaklandığı tezi kabul görüyordu. Her rütbeden subaylar ve halk gönüllü yazılıyordu. Başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın pek çok yerinde kurulan komiteler para topluyor, isyana fiilen katılan gönüllü gruplar Mora’ya akın ediyordu. New York gibi büyük şehirlerde para ve mühimmat yardımları toplanıyor, gönüllülerle birlikte isyan bölgesine gönderiliyordu.”

Prof. Dr. Ali Fuat Örenç, Yunanistan ile yaşanan bugünkü sorunların temelinin 200 yıl öncesine dayandığı görüşünde:

“Günümüz Türk-Yunan ilişkilerinde karşılaşılan krizlerin önemli kısmının tarihin bu karanlık dönemlerine dayandığını ve iki ülkenin gelecekteki ilişkilerinin şekillenmesinde belirleyici etkiler bıraktığını belirtmek yanlış olmayacak. Bu nedenle Türk-Yunan ilişkilerindeki tartışmaları sadece güncel hukuki, politik, ekonomik, askeri ve stratejik gelişmeleri dikkate alarak anlamak mümkün görünmüyor.”

Yunanistan’ın bugünkü milli marşının yazarı Dionysios Solomos. Solomos, 1823’te kaleme aldığı şiirinde Yunanların Osmanlıya başlattığı isyanı dehşet verici ifadelerle anlatıyor.

Şiir özgürlük için Türklerin katledilişini meşrulaştırmaya çalışıyor.

Solomos, bugünkü Yunan marşının temellerini oluşturan şiirinde Türkleri adil olmayan millet olarak tanımlıyor ve öldürülmeleri gerektiğini savunuyor.

158 kıtalık şiirde, Mora sancağının merkezi olan Tripoliçe’de Türklere yapılan katliam şöyle anlatılıyor:

“…Derin okyanusu

İşte böyle uğuldasın isterdim

Ve dalgasında boğulsun

Her Türk tohumu

Neden muharebe yavaşladı bi an?

Neden az kan? …”

İşte tarihe not düşenlerin kaleminden sadece bir kısmına yer verdiğimiz bilgiler bile atalarımıza yaşatılan dehşeti, ruhumuzdaki hüznü anlatmaya yetiyor.
Uludağ Üniversitesi’ndeki etkinlikte Tripoliçe’de vahşice katledilip yaşamdan koparılan insanlarımız için dualar da okundu.

Allah kabul etsin.

BRTK Genel Başkanı Sabri Mutlu başta olmak üzere etkinliğe birçok STK başkanı ve yöneticisi ile siyasi parti temsilcileri de katılarak bu vahşet nedeniyle Yunanistan’ı bir kez daha kınadılar.

Başkan Mutlu konu hakkında geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamasında Balkan ülkeleri yetkililerine çağrıda bulunarak bölge tarihinin yeniden, tarafsız ve objektif olarak yazılmasını, mevcut eğitim kitaplarında Türklere ve müslümanlara karşı bulunan kin ve nefret dolu ifadelerin silinmesini istedi.

Çok yerinde bir çağrı.

Bu bile vicdanlarımızdaki kanamayı durdurmayacak, ancak atalarımızın yaşadığı haksızlığı bir nebze olsun giderecek.

Tripoliçe’den Balkanların elimizden çıkma sürecine, Tuna boyundan, Anadolu’nun işgal günlerine uzanan tarihin karanlık sayfalarını iyi okumalı, tahlil etmeliyiz.

Bu zaman diliminde ezici çoğunluğu sivil olmak üzere 5 milyondan fazla Türk insanlık dışı yöntemler ile canından edildi, yaşamdan koparıldı.

Bu satırları ”Keşke yunan kazansaydı” diyenler ve onların sempazitanları iyi okusunlar.

Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmasaydı bu gün yurtsuz ve yarınsız olacak, varlığımız ve adımız silinecekti.

Mora’dan bu güne yansıyan çığlığı duymak istemeyen hainler, aklınıza iyi yerleştirin.

Unutturulmak istense de ne biz, ne de tarih unutmayacak…

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ