ERKEN TÜRKLER
Araştırmacı mühendis yazardan Türklerin tarihine ışık tutacak 3 eser! Ekrem Hayri Peker yeni kitap tanıtımını “Erken Türk Tarihi üzerine üç kitap yazdım. Yeni yılda Erken Türklerin Anadolu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu’daki izleri üzerinde çalışacağım…” sözleriyle özetledi.
YEŞİM TAŞI ÖN TÜRKLER VE TÜRK TARİHİNDEN KESİTLER
Bu çalışmamda İlk Çağ ve Yakın Çağ Türk tarihi üzerine yazılarım yer alıyor. Boğa Kültürü, Tarih Türklerle Başlar, Anua (Türkmenistan), Sümer ve Mısır bağlantıları, Tuna Boyundaki son Oğuz Devleti, Balkanlar, Batı Trakya ve Teşkilat-ı Mahsusa konulu yazılarım tarihseverlerin ilgisini çekecektir.
Polonyalı dil bilimci Tadeusz Kowalski; “Dobruca ve Deliorman Türk ağızlarında birbirini izleyen ve ilk ikisi Osmanlıların gelişinden önceki döneme çıkan, üçüncüsü Osmanlı döneminde Türkçeleşmiş öğelerle Türk topluluklarına tabakanın var olduğunu” yazar.
İki Çinli müzisyen Gansu’da yaşayan Sarı Uygurların klasik şarkılarıyla Macar klasik müziği arasındaki benzerlikleri fark etmişler; Sarı Uygurların klasik müziklerindeki ses tonların Macar klasik müziğindeki benzerliğini araştırmışlar, bu müziğin göçle taşındığına karar vermişlerdir. Doğu ve Batı’daki bu halk şarkıları arasındaki benzerlik onların aynı kaynaktan çıkmış olmasından ileri gelmektedir.
Bu tür benzerlikleri makaleler halinde yazıya döktüm.
TAŞLARIN YOLCULUĞU AVRASYA ÖNASYA ve AKDENİZ’DE ÖN TÜRK İZLERİ
Bu araştırmamda ön Türklerin “etnolojik” izlerini araştırdım. Kültleri inceledim: Dağ keçisi kültü, ateş kültü, güneş kültü, boğa kültü, kurt kültü ve taş kültü; tamgalar, halı ve kilim desenlerini. Ayrıca, coğrafi yer adları, nehir, deniz, göl, kent adları araştırmamda bana ışık tuttular.
Antik Çağ’daki çok sayıda simge “Tanrıya kavuşma ve yeniden doğuşu” ifade eder. İnsanların üremesini anlatan çok sayıda simge anlamları unutularak veya değişerek günümüze gelmiştir.
Tarih yazımında ve araştırmalarında mutlaka göz önünde tutulması gereken hususların başında iklim değişiklikleri, depremler ve salgın hastalıklar gelir.
Bunların ardından toponomi (yer adları), onomastik (İsim bilime dikkat çeken Yalçın Küçük hocamı saygıyla anarım) ve kültürel simgeler gelir. Hâkim devletin, beyin dili ve dinine göre eski dil ve dinlerini bırakmak zorunda kalan halklar bunları, yeni dinlerine ekleyerek devam ettirirler. Türklerdeki “Su kültü” İslam dininde de sürer.
Bir kısım tarihçimizin canı yürekten benimsediği ve artık kalıplaşma haline gelen “Türklerin Anayurdu Orta Asya’dır” söylemi de yeni bilgi ve belgeler ışığında değişmeye başlamıştır. Türklerin ana yurdu, Yukarı Mezopotamya’dan (Musul-Kerkük) başlayan ve Hazar Denizi’ni bir yay gibi kaplayan bölge ve Ural Dağlarının güneyidir. Ön Türk dediğimiz kavimler buradan Hindistan, Çin, Hindiçin’i, Kore ve Japonya’ya kadar uzanan bölgeye göç etmişlerdir. Peki ya batıya olan yolculukları? Sadece Avrasya bozkırlarında mı yaşadılar. Oysa geride bıraktıkları izler Avrupa’nın çeşitli bölgeleri dışında İngiltere, İskoçya ve İrlanda’da karşımıza çıkıyor.
Eskimolarda “Hakan” kelimesi baştaki anlamına gelmektedir. Meksika’da tepe kelimesini “Tepek” olarak görüyoruz. İdil-Ural Türkleri ve Batı Türkistan’da “Ruslan” ismini görüyoruz. Ruslan, aslan anlamına geliyor. Oysa İdil bölgesinde aslan yaşamamıştır. Belki de geldikleri yerlerde aslan yaşıyordu. Benzer izler her gün karşımıza çıkmaktadır. Sibirya’da, Gobi Çölü’ndeki mezarlarda bulunan Avrupai tipteki cesetler; beş bin yıl öncesine ait mezarlarda bulunan bronz ve kemikten süsler kalıplaşmış fikirleri yıkmaktadır. Ön Türklerde gördüğümüz hayat ağacı figürü, kutsal mekânlara çaput bağlama, geyiğe kutsallık atfedilmesi günümüzde de Türkmenler arasında yaşamaktadır. Ön Türklerin kullandığı svastika (gamalı haç) işareti Çuvaş kadınlarının milli giysilerinde görülmektedir. Svastika simgesi ise Truva’da görülmektedir.
Ön Türklerin Dingir ya da Tengir adını verdikleri tanrıyı simgeleyen işaret Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde karşımıza çıkmaktadır.
Don ve Volga civarında bulunan kitabeli su kaplarını inceleyen M.İ. Artamonov, “Su kapları Karadeniz ve Macaristan’ın Orta Çağ göçebelerinde yaygın olan, su veya kımız için kullanılan alışılmış kaplardır” demektedir.
Avrasya ve Ön Asya coğrafyasında Ön Türk halklarının yanı sıra Sami, Kaspi Denizi’ne (Hazar Denizi) adını veren Kaslar ve henüz anavatanları belli olmayan Ariler yan yana yaşıyorlardı. İklim değişiklikleri, su seviyesi değişen veya kuruyan denizler (Afrika’da Sahra, Asya’da Gobi, Taklamakan ve Kızılkum çölleri), göller ve ırmaklar; yeni oluşan denizler, göller ve ırmaklar günümüzde olduğu gibi insanları olumlu ya da olumsuz etkiliyordu. Türklerdeki kutsal geyik figürünü İskandinav topluluklarında görmemiz bizi düşündürmelidir. Bunları ya Türklerin aralarına giren topluluklar getirmiş ya da komşu kültürlerden geçmiş olmalıdır.
AVRUPA ve AMERİKA’DA ERKEN TÜRKLER
Avrasya, ön Asya ve Akdeniz’de ön Türk izleri” adlı çalışmamdan sonra Anadolu ve Balkanlarda Erken Türkler ve Ön Türkler üzerine yazmak istedim. Araştırmalarım sürerken Arkeoloji dünyasından son iki yıldır birbiri ardına yapılan açıklamalardan sonra bu konuda yazmayı erteledim. Önce Avrupa ve Amerika’daki Erken Türkleri yazmaya karar verdim.
Bu kararımın temelinde Çatalhöyük’te yıllardır kazı yapan Ian Hodder’in, “Çatalhöyük Leoparın Öyküsü” kitabı vardı. Çatalhöyük’te yıllarca kazı yapan Hodder, tüm aramalarına rağmen iki şeyi bulamadı; TAPINAK ve SARAY.
O çağın şimdiye kadar keşfedilmiş en büyük yerleşim yerinde saray ve tapınağın bulunmaması başta arkeolog, sosyolog, antropolog ve tarihçiler olmak üzere batılı bilim adamlarını şaşırtmıştır.
Aynı şekilde Çatalhöyüklülerden daha önce yaşadıkları öne sürülen Boncuklu Höyük, milattan önce 9.200 yılına tarihleniyor. Çatalhöyük’ten yaklaşık 2.000 yıl daha eski Boncuklu Höyükte, Aşıklı Höyük ve MÖ 8400 ile 7300-7200 yıllarına tarihlenen Aşıklı Höyükte de saray ve tapınak yoktur.
Tarih yazımını alt üst etmiş olan Göbeklitepe, Karahantepe ve benzeri anıtsal yapıların yakınlarında o döneme ait saray ve tapınak yoktur.
Batılıları ve onlardan etkilenen arkeolog ve tarihçimiz şaşkınlık içinde. Oysa bu toplumların dinini Tengri yani Gök Tenri/Tengri dini dediğimizde bu tek tanrılı dinde tapınak olmayışı gayet doğal. Çünkü Gök Tengri dininde tapınak ve kutsal mekânlar ulu dağlar, tepeler ve ulu ağaçlardır.
1008-1105 yılları arasında yaşayan Kaşgarlı Mahmut, Divân-ı Lugati’it Türk adlı eserinde Gök Tengri inancını sürdüren Türkler için şunları yazar: “Yere batası kafirler göğe Tengri derler. Yine bu adamlar büyük bir dağ, bir ağaç gibi gözlerine ulu görünen her şeye Tengri derler. Bu yüzden bu gibi şeylere yükünürler. Yine bunlar bilgin kimseye tengrigen derler. Bunların sapıklıklarından ulu tanrıya sığınırız.” Yine de Kaşgarlı, şamanlığa yaklaşımları daha hoşgörülü, daha sevecendir. Kamlara karşı saygılı dil kullanır.” (Divân-ı Lugati’it Türk, s.16