Demokrat Zafer

Ahmet Koçak Yazdı; PİYES

Köşe yazarımız eğitimci Ahmet Koçak; yazdığı yazıda; Çalışanlar, uzun yıllar mesaiye gittiklerinden emekli olduktan sonra kendilerini boşlukta hissederler. Kimisi bu dönemi kendi çabalarıyla atlatırken, kimisi bir uzamandan yardım alarak atlatmaya çalışır. Uzmanlar,  hoşlanacağınız bir hobi edinmenizi, resim, müzik, yabancı dil, dikiş kursu gibi aktiviteler e katılmanızı,  hobi kurslarına giderek oyalanmanızı salık verirler. Bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü çalışmak da tavsiyeler arasında yer alır. Orada çalışın. Yeni insanlarla tanışın”gibi önerilerde bulunurlar.

Ben de emekli olduktan sonra sivil toplum kuruluşlarına üye oldum ve orada birçok insanla tanışma, onları dinleme fırsatı buldum. Dinleyip, ilginç bulduğum yaşam öykülerinden kesitleri yazmaya başladım. Benim hobim de yazmak oldu. Emekliler, kendilerini dinleyen birini buldular mı susmak nedir bilmezler. Benim gibi güzel dinleyen biri onlar için bulunmaz bir nimet olduğu gibi, onlar da benim için bir velinimettirler. Artık diğer hobilerim yanında bir de yazma hobim oluştu kendiliğinden.

Yeni edindiğim bir arkadaşım: “Gel seni ilginç bir insanla tanıştırayım. Onu dinle beğenirsen yazarsın,” dedi. Sağ olsun beni sever ve konu sıkıntısı çekmemem için elinden geleni yapar. İsmi İsmail olan arkadaşını aradı. Bir çay bahçesinde buluştuk. İsmail bey müteahhitlik yapan, şirketi olan bir inşaat mühendisiymiş. Hoş beş, tanışma faslından sonra arkadaşım  geçen kendisine anlattığı, beğenerek dinlediği yaşam öyküsünü bir de benim için anlatmasını söyledi. Nazlanmadan söze başlayan insanlara bayılırım. Hemen konuya başladı:

“Benim doğduğum köy beş yüz hanelik bir köydü. Müstakil sınıfları olan köyümdeki ilkokulda okudum. Beşinci sınıfa geçtiğimiz yıl öğretmenimiz mezuniyet töreni hazırladı. Bir güzel de piyes hazırlamıştık. Babam köyün en yoksulu, biraz da safça bir adamdı. Köyde koyun çobanlığı yapardı. Altı erkek, iki kız kardeşim vardı. Ben en büyük çocuk olduğumdan babama yaz tatillerinde yardım ederdim.

Etkinliğimize ilçenin yöneticileri ile bir paşa da gelecekmiş diye duyduk. Biz tabi velilerimizin karşısında bile heyecanlanmadan nasıl oynayacağımızı düşünürken, büyük adamlar dedikleri bu insanların karşısında nasıl oynayacağımızın stresini yaşamaya başladık. Bana piyeste başrolü vermişti öğretmenimiz. Kılık kıyafetlerimiz rollerimize uygun şekilde imece usulüyle hazırlandı. Provalarımızı yaptık.

Büyük gün geldi çattı. Okul bahçesinde tahtalardan geçici bir sahne hazırlandı. Çarşaflarla oyunculara kulis yapıldı. Perdenin arkasından çıkıp, oyunumuzu oynayıp perdenin arkasında kayboluyorduk. Ben oyunu büyük bir ciddiyetle oynadım. Oyunumuz bittikten sonra, asker elbiseli bir adamla Kaymakam kulise geldi. Tüm arkadaşları genel olarak tebrik ettiler. Komutan benimle çok ilgilendi. Aile durumumuzla ilgili sorular sordu. Asker gibi hazır ol vaziyetinde yanıtladım sorularını. Saçlarımı okşadı: “Aferin çocuk!” dedi ve ayrıldılar.

Diplomalarımızı aldık. Babamla koyun peşinde gitmeye, çobanlık etmeye devam ettim. Eylül ayı başlarında koyun otlatırken haki renkli bir cip geldi yakınımda durdu. Bir asker kapıyı açtı ve hazır ola geçti. İçindeki haki renk elbiseli adam bir ayağını yere basıp oturur vaziyette beni yanına çağırdı. Hemen elimdeki sopayı atıp yanına doğru yöneldiğimi görünce: “Çocuğum o değneğini de al gel. Ondan utanma. Alnının teri ile ekmeğini kazandıran sopandan utanmamalısın,” dedi. Karşısında hazır ol da beklerken sorularını utanarak, kekeleyerek, heyecan içinde yanıtladım. Aynı komutan babamla ve köyün muhtarı ile de görüşüp köyden ayrılmış.

Okullar açıldığında ben, küçük kardeşim ve köyde ilkokulu bitiren sekiz erkek çocuğu daha babalarımızla ilçe merkezine gittik. Bir mağazadan komutan bizlere birer takım elbise aldı. İlçede olan pansiyona yazdırdı. Pansiyonun avlusunda olan ortaokula başladık. Okula devam ederken öğle ve akşam yemeklerimiz askeriyeden karavana ile gelir, bir arada yemeklerimizi yerdik. Bu şekilde ortaokulu bitirdikten sonra liseye kayıt yaptırdık. Komutanlar değişti, bize yapılan yardımlar kesilmeden devam etti. Ondan sonra gelen komutanlar da aynı yardıma devam etmeye karar vermişlerdi anlaşılan. Liseden sonra ben ve diğer köylülerim üniversitelerin çeşitli bölümlerini kazandık. Askeriyenin yemekleri ve yardımlarıyla etraf köylerden gelen çok çocuk okuma olanağı buldu.

Ben inşaat mühendisi oldum. Bir süre devlette çalıştıktan sonra kendi şirketimi kurarak büyüttüm. Şimdi şirketim yoksul çocukların okuması için beş yüze yakın çocuğa karşılıksız burs verir ve onların okumalarına destek olur. Ayrıca, olanağı olan okul arkadaşlarım da kendileri burs verir, veremeyenler de benim şirketim aracılığıyla yardımlarını sürdürürler.

Bir büyük adamın piyesimizi izlemeye gelmesi, beğenerek izlemesiyle başlayan yardım elli yıldır ülkeye hizmet edecek insanlar yetiştirmeye devam etmektedir. Çoban ateşini o büyük komutan yakmış, bizler de sönmemesi için elimizden geleni yapıyoruz, yapacağız.”

Konuşurken izlediğim İsmail bey, altmışlı yaşlarında, kısa boylu, boyu ile kıyaslanmayacak kadar büyük bir adamdı ve çobanlık günlerinde oluşan gariban, ezik, alçakgönüllü görüntüsünü üzerinde madalya gibi taşıyordu. Boş bir vaktinde yine buluşmak, yaşamından kesitler dinlemek için sözleşerek ayrıldık.

ahmet.kocak1@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ