Ahmet Koçak yazdı; KILIÇTAROĞLU BURSA’DA
Köşe yazarımız Ahmet Koçak, Kılıçdaroğlu’nun ilimizde yaptığı miting gözleminde;
Miting alanına girmek için polis noktasına geldim. Üzerimi arayan polis, “bozuk paralarla içeri alamayız” deyince elim kendiliğinden cebime gitti. Suç aletlerini avucuma aldım. Başka biri de cebinden çıkan bozuk paraları hazır açık bulduğu avucuma koyup;
“Al arhadaş bunnarı da ne idersen it” dedi. Geriye doğru baktım. Banka emeklisi İbrahim’i gördüm. İçeri girmeyecekmiş.
“İbrahim Bey sen bankacısın. Sana bu paraları vereyim değerlendir.” dememe gülümsedi.
“Tamam sen çıkana kadar yasal faiziyle birlikte iade ederim” deyip teslim aldı da öyle girebildim içeriye.
Konser ve mitinglerden eve döndüğümde kırk değnekle dövülmüş gibi hissederim kendimi. Bunun nedeni yüksek sese maruz kalmamdır. Sakin, sessiz yerleri sever, huzur isterim ve daha çok öyle ortamlarda yaşarım.
Yazı yazmak için arada bir sakinlikten ve huzurdan ödün vermek gereklidir. Gökdere Meydanı hınca hınç dolmuş. Sahnede, Şölen kâğıtlı çikolatalarının sadece bayramlarda ortaya çıktığı gibi; sadece CHP mitinglerinde ortaya çıkan sunucu Barış BOZKURT’u dinlemeye başladım.
Alanda gezip tozmaya konuşacak birilerini bulmaya çalıştım. Genelde kendim gibi emekli olanlar çıkıyor karşıma. Demek ki kan çekiyor. Onlar iyidirler; deneyimlidirler ve konuşmayı çok severler; kendimden biliyorum.
Mansur Yavaş konuşurken; kır saçlarına uygun beyaz şapka giymiş bir adamın yanında durup bir süre konuşmacıyı dinledim. Kır saçlı adam da konuşulanları televizyondan dinlemiş olmanın verdiği durumdan dolayı bana doğru döndü:
“Vergi dairesinden emekli bürokratım. Kemal Beyi yakından tanırım.”
“Ne güzel!” demem onu konuşmaya özendirdi ve devam etti:
“Vergi dairelerinde memur ve müdür olarak görev yaptım. Şimdi emekliyim. Ben müdürken teftişe gelmişti. Çok beyefendi, alçak gönüllü bir insandır. Mevzuata tam hakim, titiz çalışan, devletçi bir insandır. Hep koltuğunun altında bir dosya ile gezdiğini anımsarım. Çok çalışkan bir insandır. Denetimden sonra dost olduk. Çocuğum başka bir ilde üniversite kazanınca tayinimi o ile yaptırmak için kendisinden ricada bulundum. Bir hafta sonra telefon ettim;
“Üstadım sizden bir ricam olmuştu. İlgili müdürle görüşebildiniz mi?” diye sordum. O müdürün amiri durumunda olduğu halde bana ezile büzüle:
“Müdür beyle görüştüm ancak senin isteğini iletemedim. Ben böyle şeyleri beceremem. Utandım söyleyemedim” dedi. O sözlerine kızmam gerekirken dürüstlüğüne hayran oldum. Ülkenin başına böyle bir insanın geçmesini çok isterim.” dedi.
Meseleyi anladım ve onun yanından ayrıldım. Başka insanların görüşlerini de almam gerekliydi. Kırk yaşlarında bir kadının yanındaki kalabalıktan ilerleyemeyince orada kaldım. Sahnede Kemal Kılıçtaroğlu konuşuyordu. Kadın elindeki altı oklu bayrağı sallayıp duruyordu. Zaman zaman bayrak saçlarıma çarpıyordu. Benim yanında sakınarak durduğumu anlayınca bayrağı sopasına sarıp;
“Beyefendi sizi rahatsız ettim galiba?” diye sorunca rahatsız olsam da;
“Hayır, rahatsız olmadım.” dedim.(Ne de olsa kibar bir adamım.)
“Yirmi yıldır bunlar, yetmiş yıldır sağ partiler yönetti ülkeyi. Bir sefer de Millet İttifakı yönetse kıyamet mi kopar?” diye sorup yanıtımı bekledi.
“Kopmaz” dedim devam etti:
“Ekonomi berbat haldedir. Bakan bile demedi mi: “Türk lirası bundan daha aşağı düşmez” diye. Demek ki bundan kötüsü olmaz. Memleketi soyup soğana çevirdiler. Soğan deyince soğan bile alamaz duruma getirdiler bizi. Bir kere de CHP’sini tek başına iktidara getirsek güzel olmaz mı?”
“Olur.” dedim.
Kadın baktı kısa yanıtlarla kendisini geçiştirmeye çalışıyorum; bayrağın sargısını açıp yine sallamaya başladı. Bu yer, ileriye doğru gitmemi sağlayacak atlama tahtasıydı. Bayrağı sallarken bana demek istedi ki; “haydi git güle güle/uğurlar olsun/Ellerin dert görmesin/kısmetle dolsun…”
Öne doğru gidemeyeceğimi anlayınca arkalara doğru gittim. Kalın bıyıklı bir adamın yanında durup konuşanı dinlemeye başladım. Bir süre sonra pos bıyıklı adam bana dönerek:
“Bunlar dinsiz; bunlara oy verilmez, ülke teslim edilmez” diyorlar. Bu nasıl bir laftır. O, bu ülkenin vatandaşı değil midir? Seçme, seçilme yeterliliğine sahip her vatandaş aday olur. Ne yani sen bu ülkenin öz, diğerleri üvey evladı mıdır? Böyle şey olur mu?” diye sorunca ona da:
“Olmaz” dedim. O da kısa yanıtımı beğenmedi. Konuşmacıya döndü.
Bu gürültüde kimseye laf yetiştirmek için bağıramam kusura bakmasınlar. Hem ben uzun yazdığım, içimi yazıya döktüğüm için uzun konuşma gereksinimi duymam.
Kırk değnekle dövülmüş halde, omuzlar düşmüş vaziyette otobüs durağına doğru yürümeye başladım…
ahmet.kocak16hotmail.com