Ahmet Koçak yazdı; GEZEK (1)
Köşe yazarımız Ahmet Koçak bir kültürün detaylarını yazdı. Koçak;
Zeki Baştürk telefon etti:
“Dost, Atatürk Kongre Kültür Merkezi’nde Gezek programı var. Birlikte gidelim mi?”
“Olur sayın hocam gidek, gezek” dedim. Aslında konforlu alanımı terk etmeyi pek sevmem ama gezmeden, gezeklere gitmeden de yazı yazılmıyor maalesef. Keşke tüm aktiviteler benim konfor alanımda yapılsa ne güzel olurdu.
Merinos tren istasyonunda indik. Zeki Bey orada bir tanıdığı ile karşılaştı. Hal hatır sordular. Arkadaşı:
“Bu karizmatik adamla beni tanıştırmayacak mısın Zeki Bey?” diye sordu. Adı Turgut Çelik’miş. Ünlü bir şairmiş ve birçok şiiri bestelenmiş TRT repertuarına girmiş şarkıları varmış. Emel Sayın bile okumuş şarkılarını. Tanrım ben ne kadar az insan tanıyorum, ne kadar az şey biliyorum hissine kapılırken Turgut Bey tarafından ‘karizmatik’ bulunmam moral verdi biraz.
O moralle geze geze Gezek programının sunulacağı Orhangazi salonuna gittik. Önden üçüncü sıranın ortalarında bize ayrılan bölüme oturduk (gezeceğiz sanırken oturduk). Sol yanımda Cem Erdursun oturuyordu. Sahne alan hiç kimseyi tanımadığım zamanlarda –şansımdan- onları yakından tanıyan biri mutlaka yanımda oluyor. Cem Bey özel sektörde çalışıyormuş. Aslen Tokatlıymış. Karşılaştığım her Tokatlıya, Tokat’ta askerlik yaptığımı söylerim hep. Cem Beyin neyi eksik ona da söyledim. Sahnede ut çalan, Dostlar Gezeği üyesi Ahmet Bey babası imiş.
Zebra desenli kolluğu, ağzının kenarında seyyar mikrofonu, ayağında leopar desenli yüksek topuklu ayakkabısı olan bir hanımefendi topuklarını vura vura sağ tarafa doğru yürürken “Hoş geldiniz” dedi. Mikrofon çalışmadığı için duyan olmadı. Bir daha söyledi salondan bir tepki alamayınca mikrofonunda bir sorun olduğunu anladı ve mikrofonu kurcalayıp; “Hoş geldiniz!’ dedi yine. Bu kez sesini duyan davetliler alkışlamaya başladı.
Güzel konuşuyor. Öz güvenli birine benziyor. Başı dik bir şekilde yürüyerek sahneyi dolduruyor. Güzel sunucumuz, Gezek hakkında bilgi verirken Zeki Bey’in kulağına: “Sunucu ne kadar özgüvenli. Kültürlü bir kadına benziyor. Dimdik yürüyor. Ses tonu da gayet güzel ve şahane sunum yapıyor. Onu, evinde pijamalarını giymiş, elinde televizyon kumandası ile hayal edemiyorum.” dedim. O da:
“Sen söyleyince Facebook’ta bir paylaşım aklıma geldi. Son derce güzel ve bakımlı bir kadın resminin altına; “gel de bu güzele, “kalk bir mantı aç” de ” yazmışlardı çok gülmüştüm.” diyerek duygularıma tercüman oldu. Sol tarafıma dönerek:
“Bu hanımefendiyi tanıyor musunuz Cem Bey?” diye sordum.
“ Tanıyorum. Dostlar Gezeği üyelerinden Elif Hanoğlu’dur”
Elif Hanım Gezek kültürünün altı yüz yıllık tarihi hakkında bilgi verirken içimden; Urfa Sıra geceleri ve güzel söyledikleri Urfa türküsü; Haydi gidağ Mersine/Amanda güzeller arasına/Haydi de güzeller arasına/Orda bir garip ölmüş/Amanda varalım cenazesine/Haydide varalım cenazesine/İçmede begim içme sarhoş olursun/Saat üçten beşten sonra sarhoş olursun “sözleri geldi aklıma ve Gezek’le benzerlik kurdum.
Osmanlıdan beri süregelen bu gelenekte Gezek üstatları sırayla evlere gider, yemekler yer, şarkılar söyler, eğlenirlermiş. Zeki Müren’in de aşina olduğu, hatta çocukluğunda katıldığı da söylenen Bursa’ya özgü bu kültürdür. (Günümüzde konser salonlarında ve derneklerde sürdürülmektedir.) Yarına Bir Şans Ver Derneği’nin organize ettiği; Bursa Dostluk Gezeği, İpekyolu Dostluk Gezeği ve Yeşil Bursa Sevgi Gezeği’nin katıldığı konseri organize eden derneğin başkanı Emire Cantürk Eren bir yıl önce kurdukları derneklerinin yaptığı aktiviteleri anlattı. Kitap bağışı desteklerinden dolayı katılımcılara teşekkür etti. Çok kitap bağışı yapılmış sahne önü kitaplarla doldurulmuştu.
Kocaman sahnede; yirmi beş erkek, yirmi beş kadın ve bir o kadar saz sanatçısı yerlerini aldı ve salonu kocaman sesleri ile doldurdular. Onların önüne bildiğimiz koltuk takımı konulmuş, dernek başkanı olduklarını tahmin ettiğim insanlar oturuyorlardı. Sunucu Elif Hanım da arada bir oturarak o konfordan faydalanıyordu. İçim rahat edemedi yine söylenmeye başladı; “ne güzel benim ayrılmak istemediğim konforumu sahneye getirmişler ve evdeymiş gibi rahat ediyorlar. İlerde zengin olursam ben de gittiğim aktivitelere kendi konforumu taşıyacağım. Şimdilik kuru oturakta kalabalıklarla oturmaya devam edeceğim çaresiz.” diye düşünüp hüzünlendim. Birazdan şarkılar da benim hüznümü temelli artıracaklardır. Allah vere de halime ağlamasam…
Gezek, formatı gereği peşrevle açılırmış. Seyfettin Efendi’nin ‘Sabrımı Gamzelerin Sihri ile Taraç Edeli” Hüzzam Perşevi ile açıldı. Ardından; Açmam Açamam Söyleyemem, Sen de Leyla’dan mı Öğrendin Cefakâr Olmayı, Ey Güli Bağı Eda…” şarkılarıyla devam etti.
Arada kalmış, kapana kısılmış gibi hissediyordum kendimi. Girip çıkarken insanları rahatsız etmemek için eşyalarımı alıp arka sıralara taşındım. Gezmeliydim, resim çekmeliydim. Özgürlüğüme kavuşunca geze geze, gezekten bolca resim çektim.
Sonra dışarı çıktım. İkram için görevlendirilen iki güzel kızın yanına gittim. Bana kek ve içecek almamı söylediler sağ olsunlar. Almadan yandan yanlarına gidip boş sandalyeye oturdum. Tedirgin oldular, “burası yasak! “da diyemediler. Onlara yaptıkları görevle ilgili sorular sordum. Beni tanımak istediler. Kendimi tanıttım. Hiç duymamışlar. Ne kadar uğraşsam da beni bir türlü çıkaramadılar. Bundan sonra unutmazlar diye ümit ediyorum. Köşe yazarı olduğumu, resimlerini çekmemin, gazeteye göndermemin bir sakıncası olup olmadığını sordum. Memnun oldular. Resimlerini çekerken “Nasıl poz verelim; oturalım mı, ayağa mı kalkalım?” diye sordular. “Gülümseyin yeter. Gülmek tüm kusurları örter” deyip resimlerini çektim. (devamı yarın)