AB Türkiye’nin önceliği olamaz!
Genel Başkan Yardımcısı Dış İlişkiler Başkanı İstanbul Milletvekili Doğan Bekin yaptığı açıklamada; “Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı son açıklamada; “Türkiye’nin AB’ye üyelik konusunda ilkeli ve dürüst olduğunu, AB’ye tam üyelik sürecini canlandırmak istediklerini, Vilnius Zirvesi’nde Avrupa Birliği’nin önde gelen ülkelerinin ve AB liderliğinin Türkiye’nin üyeliğine açık ve güçlü destek mesajı vermelerini istediklerini belirterek” Avrupa Birliği ile müzakere sürecini yeniden başlatma niyetini açıkça ortaya koymuş oldu.
Ak Parti’nin geçmişte uyguladığı Batı oryantasyonlu yanlış reçeteli politikalar sonucu ekonomik göstergelerde büyük sorunlar yaşarken, bunun yansımazı olarak ortaya çıkan dış borç ve faiz sarmalı karşısında yeniden faiz, vergi ve stopajlarda artırıma gidilmesi ve AB’ye üyelik konusunda yeniden göz kırpılması malumun ilamından başka bir şey değildir.
Yeniden Refah Partisi olarak, AB ile ilişkilerde tam üyelik yerine, eşitler arası bir anlayış ve iyi niyetli politikaları çerçevesinde karşılıklı ikili ilişkiler içerisinde sürdürmeyi çıkarlarımızı açısından kaçınılmaz görüyoruz.
İktidarın özellikle Almanya, Hollanda, Avusturya ve Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesiyle yaşamakta olduğu Schengen vizesi başta olmak üzere, kronikleşmeye yüz tutmuş sorunların nasıl aşılacağı ve Türkiye’nin özellikle Doğu Akdeniz, Güney Kafkasya, Suriye’nin kuzeyi, Irak, Kıbrıs, Libya ve mülteciler konusundaki hayati konularda Batı ile örtüşmeyen çıkarlarının alışagelmiş dış politika eksenindeki seyrini nasıl etkileyebileceği gerçeği asıl üzerinde durulması gereken kritik konuların başında yer almaktadır.
Yeniden Refah Partisi olarak, Türkiye’nin çıkarlarını önceleyecek olan üretim, istihdam ve ihracata yönelik yerli ve milli politikaların ve D-8 projesinin bir an önce hayata geçirilmesini önemsediğimizi bir kez daha ifade etmek isteriz. Bu nedenle Türkiye’yi, ekonomik çıkar kaygılarıyla tek taraflı olarak Avrupa Birliği’ne yaklaştırmanın geçmişte olduğu gibi, bundan sonra da hiçbir sonuç veremeyeceği gayet aşikârdır.
Geçmişte uygulanan yanlış politikalar yüzünden ortaya çıkan ve deprem etkisi yapan kaotik sorunlardan kurtulabilmek adına palyatif çözüm olarak yeni fay hatları üzerine tek taraflı tavizlerle Türkiye’nin geleceğini Avrupa Birliği üzerine inşa etmenin zaman kaybından başka bir fayda getirmeyeceği bir vakıadır.
AB’nin ilerleme raporlarında ve üyelik sürecinde, Türkiye’ye karşı öne sürdüğü zorlayıcı öneriler, Türkiye’nin egemenliklerini aşındırmaya yönelik ve yerine getirilebilmesi mümkün olmayan ve en önemlisi içeriklerinde Türkiye’nin hak ve menfaatleri açısından ciddi sorunlar barındırırken, hâlâ AB konusunda ısrarcı olmak sadece zaman kaybıdır.
Hatırlanacağı üzere, Fransa’nın Almanya’ya karşı haklarının eşit düzeyde korunması esasını oluşturan, Charles de Gaulle’nin ‘force de frappe’ (vuruş gücü) benzeri yaklaşımından yola çıkarak ortaya koyduğu irade dahi yetersiz kalırken, Türkiye’nin ise, taviz verme yoluyla tam teslimiyetçi politikalarla Avrupa Birliği’ne katılarak söz sahibi olması asla mümkün değildir.
Türkiye’nin, Avrupa ile bütünleşme konusunda sürekli önüne konulan Kıbrıs, Güneydoğu, Doğu Akdeniz, Adalar Denizi gibi kronikleşmiş sorunlarla, aday ülke muamelesi görmekten uzak bir çizgide tutulmaya çalışıldığı görülmektedir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye, ısrarla AB ile iş birliğini güçlendirebilmek için her yolu denemeye çalışırken, AB ve AP ise her fırsatta Türkiye’nin ‘Europhoria’ umutlarını bir başka bahara ertelemek uğraşısı içerisindedirler. AP’nin Türkiye aleyhinde almış olduğu kararlar bunun en bariz göstergesi niteliğindedir.
Son yıllarda bölgemizde ve dünyada yaşanan hızlı gelişmeler ve değişimler karşısında özellikle dış politikada yeniden önemli ve etkin adımların atılması kaçınılmazdır. Özellikle Milli çıkarlarımızı gerekli kılan konularda avantaj sağlayıcı, sorun çözücü ve geliştirici araçların artırılması ve etkin hale getirilmesi yönünde çaba harcanması gereklidir.
Hükümet, tüm zorluklara rağmen Avrupa Birliği konusunda ısrarcı tutumunu sürdürürken, özellikle Türk Devletleri Teşkilatı ve D-8 Teşkilatı bağlamında daha aktif rol oynayarak bu ülkeler arasındaki birliğin sağlanması, ekonomik, ticari, sosyal, kültürel ve eğitim alanlarında iş birliği stratejilerinin geliştirilmesi, karşılıklı yatırım alanlarının belirlenmesi ve faaliyete sokulması, ulaştırma hatlarının geliştirilmesi gibi konularda kararlı adımlar atmalıdır.
Sonuç olarak, 26 yıl önce kurulan ve toplam tüm D-8 ülkelerinin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası 1997 yılında 1.2 trilyon dolar iken 2021 yılında 5.0 trilyon dolara yükselen bu kuruluşun daimi Genel Sekreterliğinin İstanbul’da dar kadro ile Sarıyer’de bir iş merkezinde bir dairede faaliyet göstermekte olması kabul edilebilir bir durum değildir.
Öncelikli olarak D-8 Genel Sekreterliği’nin fiziki şartlarının bir an önce düzeltilmesi ve ülkemize yaraşır müstakil bir binada faaliyet gösterebilmesinin sağlanması gerekmektedir. Bu konuda ilgili ve etkili yetkilileri bu konuda somut adım atmaya davet ediyoruz.” dedi.