“Hiçbir haksızlığa boyun eğmeyeceğiz, cübbelerimizi kimsenin önünde iliklemeyeceğiz”
Bursa Barosu Başkanı Öztosun’dan, 5 Nisan Avukatlar Günü açıklaması:
“Hiçbir haksızlığa boyun eğmeyeceğiz, cübbelerimizi kimsenin önünde iliklemeyeceğiz”
Değerli meslektaşlarım;
Anadolu ve Rumeli müdafayı hukuk, Kuvayı Milliye ruhuyla Cumhuriyetimizi kuran kadrolarda yer alan ve bu anlayışı kuşaklar boyunca devam ettiren Bursa Barosu’nun başkanı olarak hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bursa Barosu olarak öncelikle 5 Nisan Avukatlar Günü’nde, mesleğimizin onurunu ve laik demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini savunma kararlılığımızın altını bir kez daha çiziyoruz. Avukatlar, yalnızca bireylerin haklarını değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğünü, adil yargılanma hakkını ve demokratik toplum düzenini koruma sorumluluğunu taşımaktadır. Hukuk devleti ilkesinin aşındığı, yargının bağımsızlığının zedelendiği ve savunma makamının sistematik biçimde baskı altına alınmaya çalışıldığı, avukatlık mesleğinin icrasını zorlaştıran hukuki, ekonomik ve sosyal engellerin giderek arttığı bir ortamda; savunma hakkını, meslek örgütlerimizin bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü koruma sorumluluğuyla hareket ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz.
Hukuk devleti ilkesi, bağımsız savunmanın varlığıyla kaimdir. Avukatlık mesleğinin bağımsızlığı, bağımsız yargının ve adil yargılanma hakkının korunmasının da ön şartıdır. Bu doğrultuda, İstanbul Barosu Genel Kurulu’nun iradesiyle göreve gelen başkan ve yönetim kurulu üyelerinin, mesnetsiz iddialara dayanılarak, hukuka aykırı bir kararla görevden alınmak istenmesi, hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargı ilkelerine açıkça aykırıdır. Bu, yalnızca bir baro yönetimine yönelik tasarruf olmanın ötesinde, tüm baroların kurumsal özerkliğine, savunma makamının bağımsızlığına ve hukukun üstünlüğüne yönelik ağır bir müdahale niteliği taşımaktadır. Zira barolar, yalnızca meslek örgütleri değil, aynı zamanda demokratik toplum düzeninin teminatı olan avukatlık mesleğinin icrasını güvence altına alan anayasal kurumlardır. Bu sebeplerle avukatların mesleki faaliyetleri nedeniyle yargısal ve idari baskılara maruz bırakılması, kamu gücünü elinde bulunduran merciler tarafından meslek örgütlerinin işlevsiz hale getirilmeye çalışılması, baroların kanundan kaynaklı görevlerini yerine getirmelerine ilişkin işlemlerinin hukuki ve cezai yaptırımlara konu edilmesi asla kabul edilemez.
Son dönemde, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını ihlal eden, yürütmenin yargı süreçlerine doğrudan müdahale ettiği kanaatini güçlendiren hukuka aykırı çok sayıda uygulamaya tanıklık edilmektedir. Bu süreçte doğrudan siyasi sonuçlar doğuran işlemleri nedeniyle, yargının siyasi saiklerle hareket etmeye zorlandığı izlenimi doğuran; kişilerin ve avukatların ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı gibi anayasal haklarını açıkça ihlal eden gelişmeler yaşanmaktadır. Mahkemelerin, hukukun temel ilkelerine ve yerleşik içtihada aykırı şekilde verdiği kararlar, yurttaşların hukuka olan güvenini de çok derinden sarsmaktadır.
Bu gelişmeler, yargının siyasi çatışma ve çekişmelerin etkisine açık hale getirildiği, hukuk güvenliğinin ortadan kalktığı ve keyfi uygulamaların olağanlaştığı bir sürecin parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Değerli meslektaşlarım;
2025 yılında tüm bu sonuçların yaşandığı, ülkemizin ve mesleğimizin içinde bulunduğu hukuki ahval ve şeraiti gözden geçirmek gerekirse;
-2017 Anayasa değişikliğiyle devletin tüm kuvvetlerinin örtülü olarak yürütmede birleştiği, yürütmeye karşı itiraz, denetleme mekanizmalarının işlemediği;
-Yargının ceza ve usul yasalarını alt üst eden kararlar verdiği, yargının araçsallaştırıldığı;
-TBMM’nin fonksiyon kaybının en üst seviyeye çıktığı ve şekli bir hal aldığı yürütmeyi denetleme fonksiyonunu artık yapamadığı, hatta tamamen yürütmenin etkisine girdiği;
-Hukukun ve yargının araçsallaştırılması sebebiyle muhalif olan siyasetçi, basın mensubu, avukatlar, öğrenciler, sanatçılar ve sade vatandaşların kriminalize edilip yasal lince maruz kalıp tutuklandıkları ya da adli kontrollerle susturulmaya çalışıldıkları;
-Düşünce ve ifade özgürlüğüne, toplantı ve gösteri haklarına yönelik kısıtlamalar ve hukuka aykırı müdahalelerle ülkemizin daha baskıcı otoriter bir rejimin kıskacına alınmaya çalışıldığı;
-Bizzat RTÜK kanalıyla basına ve medyaya daha yayın yapmadan “şunu yayınlama, bunu yayınlama” seklinde sansür uygulanmaya çalışıldığı;
-Kamu yayıncısı TRT’nin ifade özgürlüğünü kullanan sanatçıları diğer tüm sanatçılara gözdağı verecek şekilde işlerinden uzaklaştırdığı;
-Tek ses tek görüş kısırlığı ile devlet yönetiminde hakikatten kopuşlar yaşandığı ve mevcut sistemin hukuki, sosyal ve ekonomik krizlere yol açtığı ve krizlerin artarak devam ettiği;
-Siyasi fikirlere ve siyasal özgürlüğe ve onun en temel göstergesi olan seçme seçilme hakkına yönelen yargının araçsallaştırıldığı kararlar veya sonrasındaki kayyum örnekleriyle muhalif belediye başkanları ve siyasi parti liderlerinin tutuklanmalarında olduğu gibi hukuku ve demokratik devleti yerle bir eden müdahalelerin olduğu;
-Cumhuriyetin temeli olan laiklik ilkesinden uzaklaşıldığı, naslara, dogmalara göre yönetimsel kararları alındığı;
-6284 sayılı yasaya uluslararası koruma sağlayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı sonrası kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ile çocuk istismarı vakıalarının her geçen gün arttığı;
-Kadın haklarını geriletmek isteyen çağdışı anlayışlara, tarikatlara prim verildiği;
-Bu hukuksuzluk ortamında çevre ve doğa talanının ve katliamlarının artarak devam ettiği, hayvan katliamlarına kapı aralandığı;
-Cumhuriyet kazanımlarının, laik demokratik hukuk devletinin temelleri aşındırılarak kullanılmaz hale getirilmek istendiği;
-Demokrasinin temeli olan demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, meslek örgütlerinin, bulundukları beyanlar ve itirazlar sebebiyle yürütme tarafından kriminalize edildiği ve düşmanlaştırıldığı, İstanbul Barosu örneğinde olduğu gibi haksız hukuksuz davalarla seslerinin kısılmak istendiği;
-En temel Anayasal haklar olan düşünce ifade özgürlüğüne, barışçıl protesto gösteri haklarına ağır ve hakların özünü kaldıran müdahalelerin olduğu, gösteri yapanların tutuklanarak diğer gösteri yapacaklara ve topluma gözdağı verildiği;
-İdare hukukun en temel kurallarının altüst edilerek aslında hukuken yok hükmümde olan diploma iptal kararlarının verildiği;
-Ceza ve CMK kurallarına aykırı soruşturmalar yapıldığı;
-Yürütmenin politikalarına karşı olanların hukuk güvenliğinin kalmadığı, AİHM kararlarının tanınmadığı, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının tartışılmaya açıldığı ve uygulanmadığı görülmektedir.
Değerli meslektaşlarım;
Maalesef ki ülkemizde artık hukuk devletinin tüm ilkeleri yerle bir olmuştur. Her ne kadar yürütme temsilcileri tarafından neredeyse her gün “Türkiye’de yargı bağımsızdır, hukuk üstündür” dense de, hukukun üstünlüğü endeksinde 142 ülke arasında 117. sırada olmamız da zaten bu beyanları değilleyen bir istatistiktir. Bu istatistik olmasa bile tıpkı Ergenekon/Balyoz sürecinde yaşanan “soruşturmanın gizliliği, suçsuzluk karinesi” vb gibi hakların yok edildiği, önceden gazeteciler eliyle haber verilen soruşturma yöntemlerinin ve algı yönetimlerinin bugünlerde yaygın halde yeniden kullanılıyor oluşu ve daha yargılanmayan insanlar hakkında medya ve troller eliyle adeta “suçluluk karinesi” yaratılması ve son günlerde anayasal gösteri hakkını kullanan yüzlerce gencin ve Bursa Barosu üyesi Av. Ahmet Keskin’in tutuklanması ve tutukluluklarına devam edilmesi hukukun ve anayasanın fiilen ne halde olduğunun apaçık kanıtıdır.
Maalesef ki Anayasa’nın ve hukukun üstünlüğünün delik deşik edilerek kevgire döndürüldüğü, demokratik hukuk devletinin ağır yaralı olduğu otokratik devlete geçişe doğru emareler veren bir düzeninin içinden geçiyoruz.
Ancak barolar ve avukatlar olarak, hukuka ve demokrasiye aykırı tüm bu süreçlere karşı hukukun üstünlüğünü, adil yargılanma hakkını , savunma özgürlüğünü ve demokratik devleti koruma mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz, sürdürmeye de devam edeceğiz.
Değerli meslektaşlarım;
Tüm bunların sonucunda hukukun en önemli fonksiyonu olan devletin temeli ve birlikte yaşama güvencemiz adaletin ağır bir biçimde yara aldığı ve adalete güvenin Cumhuriyet tarihinin en alt seviyesine indiği görülmekte…
Adalet dediğimiz şey toplumun bir arada yaşamasına imkan sağlayan en kıymetli kavramdır. Adaletin olduğu yerde huzur, refah, sevgi, saygı, kalkınma, sükunet ve mutluluk vardır.
Ancak;
Adalet, sevmediğimiz ve size rakip siyasal düşünceleri ve siyasetçileri tutsak etmek değildir.
Adalet, tutuklamayı bir intikam aracı, toplumun sesini, itirazlarını kesme aracı olarak kullanmak değildir.
Adalet, hak talep edenlere baskı uygulanmasına göz yummak hatta yol vermek değildir.
Adalet, yasaların ve hukukun eğip bükülmesi demek değildir.
Adalet; iktidar sahiplerine yıllardır işlemeyen yasaların ve hukukun bir kaç saat içinde muhaliflere karşı harekete geçmesi onları cendereye alması demek değildir.
Adalet, toplumun, gençliğin, emeklilerin, işçilerin çaresizliğini ve umutsuzluğunun görmezden gelmek değildir.
Adalet, maddi sıkıntıda olduğu için bunalıma girerek intihar eden ve intihar eşiğinde olan avukatlara gözünü kapamak değildir.
Değerli meslektaşlarım;
İşte tüm bu sosyal, hukuksal ve siyasal iklimin sonucu oluşan ağır krizlerin yansımalarını mesleğimizde de görüyoruz;
“Avukatlar, yalnızca mesleki faaliyetlerini icra ederken maruz kaldıkları hukuki ve idari baskılarla değil, aynı zamanda ağırlaşan ekonomik-sosyal koşullar ve uğradıkları saldırılar nedeniyle de ciddi bir varoluş mücadelesi vermek zorunda bırakılmakta. Özellikle mesleğin ilk yıllarında bulunan genç avukatlar, öngörüsüzce açılan hukuk fakültelerinin yarattığı nicelik sorunu ve kamu kaynaklarının adaletsiz bir şekilde dağıtılmasıyla birlikte büyük bir ekonomik çıkmazın içine sürüklenmekte. Ekonomik güvenceden mahrum bırakılan her yaş ve kıdemden serbest avukatların yaşadığı gelecek kaygısı, savunma makamının yargı sistemindeki rolünün de etkisizleşmesine yol açmakta.
Avukatlık mesleği bugün;
-Halen bağlı çalışan avukatlar düşük ücretlere çalışmakta ve iş güvencesinden yoksun bulunmaktadır.
-Yıllardır tüm çabalarımıza rağmen biriken sorunlara çözüm bulmak yerine avukatı iş yaparken daha da etkisizleştiren gerek adliyede gerekse tapu, nüfus müdürlüğü gibi kamu makamlarında kısıtlamalar ve uygulamalarla avukatı adliye ve işlev dışı alana iten bir anlayışla mücadele etmek zorunda kalmaktayız.
-Halen avukatlık asgari ücret tarifesinin 5’te biri gibi ücretlere CMK zorunlu müdafiliği yapmak durumunda kalmaktadır meslektaşlarım.
-Öte yandan avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliği de gün geçtikçe aşındırılmakta, temelinde ‘savunma hakkı’ ve ‘hak arama özgürlüğü’ olan avukatlık, toplumsal sorunlar ve etik değerlerden daha çok piyasa kuralları öne çıkarılarak yeniden yapılandırılmaktadır. Halkın yargıya erişim ve adil yargılanma hakkı da bu şekilde de adım adım ortadan kaldırılmaktadır.
Bu ve benzeri birçok sorun ve bunların siyasi irade tarafından yasal ve ekonomik düzenlemelerle çözülmek istenmediği, bu suretle de avukatların etkisizleştirildiği boğucu ve yakıcı bir ortam sebebiyle sık sık meslektaşlarımıza yapılan bir saldırı veya bir meslektaşımızın intihar haberi ile karşı karşıya kalmaktayız.
Değerli meslektaşlarım;
Hak arama özgürlüğünün, halkın savunma hakkının ve hukuk devletinin ve adil yargılanma hakkının güvencesi olan avukatların tümüyle özgür, bağımsızlık ve geçinme kaygısı olmadan mesleğini icra edemediği, yargılama faaliyetine katılamadığı bir ortamda bağımsız ve tarafsız yargıdan, adil bir yargılamadan ve adil bir devlet düzeninden söz edilemez.
Ancak herkes bilmelidir ki tüm bunlara rağmen; Hukukçu-avukat adaletsizliğe, hukuksuzluğa tüm gücüyle itiraz eden kişidir. Onun karakteri haksızlıkla uzlaşı üzerine kurulamaz. Çünkü “haksızlıkla uzlaşı” adaletsizliğe kısmen de olsa boyun eğmektir. Çünkü avukat adaletsizliğe, hukuksuzluğa direnmezse eninde sonunda bu adaletsizliğin ve hukuksuzluğun kapısına dayanacağını bilen mesleki varoluşunun anlamının ve sürdürülebilirliğinin ancak hukukun üstün olduğu yerde mana bulacağını bilen insandır.
Değerli meslektaşlarım;
“Yasalar örümcek ağı gibidir, sinekleri ve diğer küçük böcekleri yakalamak için yapılmıştır ama büyük kan emicilerin yolunu kesmez” diyor Daniel Drew…
Evet avukat olarak; büyük kan emicilerin toplumun kanını emmesini engellemek için uğraşıyoruz. Ülkemizin arazilerinin, sularının, ağaçlarının çıkar uğruna yok edilmesine karşı duruyoruz biz.
Evet, avukat olarak var olan ve bize kabul etmemiz için dayatılan gerçeğe katlanmayı değil, ona itiraz etmeyi, değiştirmeyi; geçmişi unutmadan aydınlık bir geleceği hayal ediyoruz biz.
Evet, avukat olarak, halkımızın sadece avukatı değil, acısının dert ortağı, ufkunun rehberi, ekmek kavgasının yoldaşı, haklarının bekçisiyiz biz.
Evet, avukat olarak, hukukun halkın aleyhinde kullanılmasına yargının iktidar ve güç uğruna araçsallaştırılmasına karşı duruyoruz biz.
Evet, avukat olarak, yasaların gerçeğe göre düzenlenmesini savunuyor, yasaların içinde olan fakat gerçekte bir türlü uygulanmayan herkes için eşitlik, özgürlük, demokrasi ve adalet ilkelerini somut olarak insanla buluşturmak için çabalayanlarız biz.
Değerli meslektaşlarım;
Tüm hukuksuzluklara karşı mücadele etmek için örgütlü olmak zorunluluktur. Bireysel bir çaba ile hiçbir şeyi nihayetlendiremez, toplumsal ve mesleki bir değer yaratılamaz. Bunu bilen iktidar sahipleri kendi değerlerini topluma dayatmak ve iktidarını sağlamlaştırmak için tüm örgütlü yapıları tasfiyeye ve etkisizleştirmeye girişmiştir. Meslek örgütümüz olan baroları önce bölmeye çalışmış ancak güçlü dirençle karşılaşmış, bundan sonra ise baroları ekonomik olarak zorda bırakıp, adalet ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerin içini iyice boşaltmak istemişlerdir. Baroların üzerindeki tüm baskılar ve İstanbul Barosu’na açılan son davalar da bunun apaçık kanıtıdır.
0/5 yaş kıdemindeki avukatlardan aidat alınmaması yasasının altında aslında bu yatmaktadır. Genç avukatların maddi hiç bir sorununu çözmeyen onları açlıkla başbaşa bırakanlar, baro ile genç avukatın bağlarını iyice koparmaya, onları örgütsüzleştirmeye ve yalnızlaştırarak onları daha güvensiz ve daha etkisiz kılarak avukatları tamamen kendine itaat edecek bir hale dönüştürmeye çabalamaktadır.
Değerli meslektaşlarım;
Çiçero “savaşta yasalar susar” diyor. Sanırım bunca yasa tanımazlığın temelinde bu yatıyor. Çünkü laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ile savaş edenler var. Ve bu savaşta yasalar bile bazen susuyor, susturuluyor. Ve bizlere de bu suskunluk içinde sadece meslek haklarımızı, özgürlüklerimizi değil sağlıktan eğitime, barınmadan, seçme seçilme hakkına, ifade özgürlüğümüzden toplantı gösteri haklarımıza kadar yaşamın ve insan olmanın en temel haklarını da birer birer kaybettirmeye çalışıyorlar.
Ancak tüm bunlara rağmen bizler hak mücadelesine devam edeceğiz. Çünkü bu mücadele sahip olduğumuz hem insani hem mesleki hem de tarih bilincinin bir sonucudur.
Bizler tarihi izlemiyor bizzat tarihin, hukukun üstün olduğu, insan haklarının gerçekleştiği demokratik bir akışta akması için mücadele ediyoruz. Meslek yeminimize sadık kalarak kısık sesle değil yüksek sesle olana bitene itiraz ediyoruz. Bu sebeplerle anayasal protesto hakkı kullanımı nedeniyle yaşanan soruşturma ve gözaltılarda, kolluk, savcılık, adliye aşamalarında gece gündüz demeden olağanüstü emek ve mücadele veren meslektaşlarıma da teşekkür ediyor onlarla duyduğum gururu buradan bir kez daha buradan ifade ediyorum.
Tüm bu anlattıklarımız üzere;
Bursa Barosu olarak ‘Avukatsız adalet olmaz’ diyerek; hiçbir haksızlığa boyun eğmeyeğimizi, hiçbir adaletsizliğe karşı susmayacağımızı, cübbelerimizi kimsenin önünde iliklemeyeceğimizi tekrar ediyor, haksız yere tutuklanan meslektaşımız Av. Ahmet Keskin ile anayasal protesto hakkını kullanırken tutuklanan çoğunluğu üniversite öğrencisi olan gençlerin bir an önce serbest bırakılmasını, tutuklu olan siyasetçilerin de yargılamalarının bir an önce ve tutuksuz yapılarak adil yargılanma ve kendilerini toplum önünde savunabilme haklarının sağlanmasını talep ediyoruz.
Kutsal savunma mesleğinin temsilcisi olan meslektaşlarımızla 5 Nisan Avukatlar Günü’nü gerçekten kutlayabileceğimiz günlerin bir an önce gelmesi için mücadele kararlılığımızla; yılmadan, usanmadan korkmadan, itaat ve biat etmeden, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke edindiğimiz sözünde olduğu gibi “hak kuvvetten üstündür” demeye devam edeceğiz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.