Demokrat Zafer

Donald Trump’ın Sürgün Politikasına Sert Çıkış!

Bursa Vatan Medya Gurubu’nun yazarlarından olan, tartışma programlarında son günlerin aranılan ismi Uluslar Arası İlişkiler Uzmanı ve Siyaset Bilimci Mehmet Emir Aksoy, Samimi Haber Ajansı’na verdiği röportaja verdiği yanıtlarla ülke gündemine damga vurdu.

Soru: Donald Trump’ın gazetelerinde Filistinli 1.5 milyon kişiyi sürgün etme fikrinden bahsediliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Cevap:
Böyle bir fikir, sadece uluslararası hukuku ihlal etmekle kalmaz, aynı zamanda bölgedeki mevcut çatışma dinamiklerini daha da derinleştirecek sonuçlar doğurur. Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesi gibi radikal çözümler, insan haklarını ihlal ettiği gibi, bölgesel istikrarı tehdit eden yeni krizlere de kapı aralar. Bu tür öneriler, ne Filistin halkı ne de bölgenin geleceği açısından sürdürülebilir bir çözüm sunar.

ABD ve İsrail’in bu konudaki pragmatik yaklaşımları, uzun yıllardır bölgede şekillendirilmekte olan bir stratejik vizyonun parçasıdır. Özellikle Donald Trump döneminde bu strateji, daha somut adımlarla kendini göstermiştir. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması ve ABD konsolosluğunun Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması, Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olmasına rağmen, İsrail ile olan stratejik ortaklığın ne kadar derin olduğunu gözler önüne sermektedir. Dahası, bu adımlar, ABD ve İsrail’in “Yeni Ortadoğu”yu inşa etme kararlılığının bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Bu yeni yapı, bölgenin siyasi ve güvenlik mimarisini kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme hedefini taşımaktadır.

Ancak burada, Türkiye’nin tarihsel rolü ve diplomatik deneyimi dikkat çekmektedir. Tarihi bağları ve bölgedeki etkisi sebebiyle Türkiye, Ortadoğu’da doğal bir garantör olarak görülmektedir. Türk diplomasisi, özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın liderliğinde, taraflar arasında etkili bir iletişim ve denge zemini oluşturabilecek kapasitededir. Türkiye’nin tarafsız bir pozisyon alarak barış sürecine liderlik etmesi, mevcut gerilimi azaltma ve olası krizlerin etkilerini asgari düzeye indirme potansiyeline sahiptir.

Türkiye, çatışma çözümünde tarihi birikimiyle, uluslararası hukuka dayalı ve tarafsız bir diplomasi yürütme yeteneğine sahiptir. Bölgedeki barış ve istikrarı sağlama hedefiyle, tüm tarafların güvenebileceği bir çözüm ortağı olma kapasitesini defalarca kanıtlamıştır. Diplomasi masasında, yapıcı ve uzlaşmacı bir liderlik, yalnızca Filistin halkının haklarını korumakla kalmaz; aynı zamanda Ortadoğu’da kalıcı barışın temellerini de atabilir.

Türkiye’nin bu süreçte oynayacağı rol, Kissinger’ın “denge ve gerçekçilik” ilkelerini çağrıştıran bir yaklaşımla, tüm tarafların çıkarlarını gözeten bir diplomasinin mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Filistin meselesi gibi tarihi bir çatışmada, liderlik ve tarafsızlık, hem ulusal çıkarlarımızı hem de bölgesel istikrarı korumanın anahtarıdır.

Soru: Mısır ve Ürdün, Filistinlilerin sürgün edilmesi politikasına karşı çıkıyor. Bu durumda ne olur?

Cevap:
Mısır ve Ürdün’ün bu politikalara karşı çıkışı, bölgede önemli bir diplomatik hareketliliğe yol açabilir. Ancak gerçekçi olmak gerekirse, İsrail’in bölgedeki askeri ve siyasi üstünlüğü karşısında bu ülkelerin etkisi sınırlı olacaktır. Özellikle Mısır, 1967’deki 6 Gün Savaşı’nda yaşadığı ağır yenilgiyle, bölgedeki güçlü liderlik algısını büyük ölçüde kaybetmiştir. O savaşta neredeyse tüm hava kuvvetlerini kaybetmiş ve bu durum İsrail’in topraklarını genişletmesine olanak sağlamıştır. Bu tarihsel deneyim, Mısır’ın askeri bir seçenekten ziyade diplomasiye öncelik vermesine neden olmuştur.

Ürdün ise, milyonlarca Filistinli mülteciye ev sahipliği yapmaktadır ve bu durumun sosyoekonomik etkileri oldukça büyüktür. Bu nedenle Ürdün’ün de diplomatik yöntemlere yönelmek dışında bir seçeneği bulunmamaktadır. Her iki ülkenin de tepkileri, bölgedeki Arap dayanışmasını güçlendirebilir, ancak askeri yöntemler yerine uluslararası hukuk çerçevesinde hareket etmeleri daha olasıdır.

Bu Türkiye, bu süreçte tüm tarafların haklarını gözeten bir çözüm platformu oluşturabilir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın liderliğinde Türk diplomasisi, hem Mısır ve Ürdün’ün kaygılarını anlamaya hem de İsrail’i ikna edebilerek, uluslararası toplumu bu meseleye dahil etmeye odaklayabilir.

Ayrınca bilinmelidir ki ; İsrail’in bugüne kadar Birleşmiş Milletler kararlarına uymamış olması, bu tür girişimlerin tek başına yeterli olmadığını gösteriyor. Bu nedenle, gerçekçi bir çözüm ancak diyalog ve diplomasi yoluyla mümkündür. Türkiye’nin arabulucu rolü, barışçıl bir çözüm sürecinin önünü açabilir ve bölgenin istikrarına katkıda bulunabilir.

Soru: Gazze’deki Filistinlilerin bu sürgün politikasına karşı çıkması savaşı tekrar başlatır mı?

Cevap:
Gazze’deki Filistinli grupların bu tür bir politikaya sert tepki göstermesi, bölgede yeni bir çatışmayı tetikleyebilir. Özellikle İran destekli Hamas gibi silahlı grupların saldırılara başvurması, İsrail’in güvenlik gerekçesiyle misilleme yapmasına ve operasyonlarını genişletmesine yol açabilir. Tarihsel olarak her çatışma, İsrail’in meşru müdafaa hakkını kullanarak askeri güçlerini daha da artırmasına ve zamanla topraklarını genişletmesine olanak sağlamıştır.

Filistin’in askeri eylemleri, ne yazık ki bölge halkını daha büyük bir abluka ve izolasyonla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu noktada, duygusal tepkiler yerine gerçekçi politikaların benimsenmesi zorunludur. Barış ve istikrar, ancak diplomasi ve diyalogla sağlanabilir. Aksi takdirde, her yeni çatışma sadece bölgedeki krizi derinleştirecektir.

Bir İsrail politikaları uzmanı olarak bu durumu, Türk milletine gerçekçi ve akademik bir çerçevede ifade etmenin bir vatandaşlık görevi olduğuna inanıyorum.

Filistin halkının haklarının korunması kadar, bu hakların akılcı bir şekilde savunulması da önemlidir. Üzülerek belirtmeliyim ki, duygusal tepkilerle hareket etmek, Filistin’in hak arama mücadelesine zarar vermekte ve İsrail’in baskılarını meşrulaştırmaktadır.

İşte yazıyı sadeleştirip odak noktasını güçlendiren bir düzenleme:

Soru: İsrail, Babil sürgününde yaşadıklarını Filistinlilere mi yaşatmak istiyor?

Cevap:
İsrail’in bölgedeki 3200 yıllık geçmişi ve tarih boyunca yaşadığı travmalar, günümüzdeki teopolitik doktrinlerinin temelini oluşturmuştur. Babil sürgünü, Yahudi halkı için kimliklerinin en acı verici dönüm noktalarından biridir. Ancak bu tür tarihi travmaların, başka halklara benzer acılar yaşatmak için bir gerekçe olarak kullanılması kabul edilemez.

Filistin halkının yerinden edilmesi ve insani krizlerle karşı karşıya kalması, bu benzetmeyi haklı çıkaran gerçeklikler yaratmaktadır. Ancak İsrail, bu politikalarını güvenlik ve stratejik hedefler doğrultusunda meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu durum, bölgedeki gerilimleri derinleştirirken, Filistin halkını daha büyük bir abluka altına almaktadır.

Tarihsel acılardan ders çıkarmak, onları tekrar etmemekle mümkündür. İsrail ve Filistin arasında kalıcı bir barışın yolu, tarihsel yüklerle değil, diyalog ve uzlaşı temelinde ilerlemekten geçer. Aksi takdirde 3200 yıldır süren bu “kan davası” soluksuz bir şekilde devam edecektir.

Soru: Bu planlar neden çözümle çalışmıyor?

Cevap:
Ne yazık ki Ortadoğu’da, haklı olan değil güçlü olan kazanır anlayışı hakimdir. Bu durum, barışçıl çözümleri zorlaştıran temel bir gerçekliktir. İsrail-Filistin meselesinde sunulan planlar, genellikle adalet yerine güce dayalı bir denge kurmaya çalıştığı için başarısız olmaktadır. Güç dengesi içinde, Filistin halkının hakları çoğu zaman görmezden gelinmekte, bu da taraflar arasındaki güvensizliği artırmaktadır.

Barış, yalnızca güçlü olanın değil, haklı olanın da dikkate alındığı bir zeminde mümkündür. Bunun için, adaletin ve karşılıklı anlayışın temel alındığı bir süreç gerekiyor. Türkiye’nin tarihi sorumluluğu ve diplomatik yeteneği, bu adaletsiz döngüyü kırabilecek bir liderlik sunma potansiyelindedir. Ancak bu, sadece devletlerin değil, halkların da katkısıyla mümkündür.

Unutulmamalıdır ki, barışa giden yol güce değil, insani değerlere dayanır. Herkesin bu süreçte oynayacağı bir rol vardır. Haklıya kulak verildiği ve diyalog önceliklendirildiği bir gelecek, yalnızca Ortadoğu için değil, tüm dünya için daha umut verici olacaktır.

MEHMET EMİR AKSOY

ULUSLARARASI İLİŞKİLER UZMANI ve SİYASET BİLİMCİ

(ARAP İSRAİL UYUŞMAZLIĞI UZMANI)

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ