İYİ YILDIRIM MECLİS; Sahi kim sorumlu, kim suçlu?
İYİ Parti Yıldırım Belediye Meclis Gurubu mart ayına hızlı başladı. Meclis Üyesi ve Gurup Sözcüsü Mehmet Yılmaz, mart olağan oturumunda söz alarak; ”
6 Şubat, yaşayanların asla zihinlerinden silinmeyecek, gelecek nesillerin de derinden hissedeceği bir büyük acının yaşandığı gün olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı. Müdahalede geç kalındığı için büyük afet, büyük felakete dönüştü.
Bu büyük felakette hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize sabır, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum.
6 Şubat saat 04:17’de Kahramanmaraş Pazarcık ve yaklaşık 9 saat sonra saat 13:24’te Elbistan merkezli iki büyük depremle sallandık.
Depremin kendisinden ziyade felakete dönüşmesinde ilk iki günde çalışmaların aksamasının neden olduğu herkesin malumu. Uzmanlar, enkaz altında sağ çıkarılanların yüzde 80’ine ilk 24 saatte ulaşıldığını söylüyor. İlk iki gün bazı bölgelere hiç girilmediği, bazı bölgelerde de enkaz altında “İmdat!” çığlıkları duyulmasına rağmen ekiplerin başka alanlara yönlendirildiği kulaktan kulağa dolaştı.
Bilim insanlarının uyarılarının dikkate alınmadığı gibi, böylesine büyük bir afete karşı hazırlıklı olunmadığını da gördük. Kahramanmaraş merkezli depremde afetin felakete dönüşmesini engelleyecek mekanizmaların yetki karmaşası, talimat beklentisi ve rol kapma gayreti neticesinde zamanında devreye girmedi. Geciken müdahale neticesinde depremzedelerin çoğu -15 dereceye varan dondurucu soğukta enkaz altında can verdiler. Dolayısıyla büyük afet, büyük felakete dönüştü. Enkaz altında kaldık…
Bu felaketler sonrası devletin bütün kurumlarıyla milletin, bu acılar karşısında hiçbir ayrım gözetmeksizin tek yürek, tek vücut olarak birlikte hareket etmeye en çok ihtiyacımız olduğu böylesine acılı bir günde dahi siyasi çıkar hesapları yapıldı. Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “Cumhur İttifakı olarak, Cumhur İttifakı Belediyeleri olarak sahadayız!” diyerek, kendileri dışında yardıma koşan unsurları yok saymıştı. Yine ayırmayı, yine ötelemeyi seçtiler.
99 depreminde “Kader diyerek geçiştirilemez!” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gün “Kader planında bunlar var!” diyor. Kadere elbette inanıyoruz. Peki, atımızı sağlam kazığa bağladık mı tevekkül etmek için? Önce aklımızı kullanarak elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık mı? Meydana gelecek felaketler için öngörümüz var mıydı? Gerekli tedbirleri aldık mı? Almamız gereken bütün önlemleri almışsak o zaman elbette “kader” diyeceğiz.
Biraz düşünmenizi empati kurmanızı istiyorum. Düşünün ki bir baba, anne, kardeş ya da evlatsınız… Depremi duyar duymaz yola çıkıyor, saatler süren yolculuktan sonra evinize yeliyorsunuz. Eviniz yıkılmış. Çaresizce birkaç parça kaldırarak enkazdakileri kurtarmaya çalışıyorsunuz. Çabanız yetmiyor. Yakınlarınızın çığlığını duyuyor, yetkililerden yardım istiyorsunuz. Yalvar yakar ancak 30 saat sonra kurtarma ekibi gelebiliyor. Yardım beklerken enkaz altındaki seslerin kesildiğini duyuyorsunuz. Enkaz kaldırılarak yakınlarınıza ulaşıldığında geç kalındığını görüyorsunuz. Ne hissedersiniz?
Askeri gören vatandaş, devletinin kendi yanında olduğunu hisseder. Asker depremin üçüncü gününe kadar neredeydi? Böylesine büyük bir afet karşısında ülkemizin en donanımlı, en dinamik ve hareket kabiliyeti en yüksek organizasyonu Türk Silahlı Kuvvetleri neden devreye girmekte geç kalmıştır?
Kızılay’ın depremden sonra yardım konusunda neden yetersiz kaldığı tartışılıyordu. Geç kalma konusunda Kızılay’ı eleştirenlere Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Terbiyesiz terbiyesizliğini bırakmaz. ‘Bu Kızılay nerde?’ diyor. “Ne çadırını, ne yemeğini görmedik.’ diyor. Be ahlaksız. Be namussuz. Be adi. Yaklaşık 2,5 milyon insana bu Kızılay yemeğini ulaştırıyor. Böyle vicdansızlık olur mu?” sözleriyle hakaret etmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün önce Adıyaman’da, “Helallik” istedi. “Sarsıntıların yıkıcı etkisi, olumsuz hava şartları, hasar gören altyapının getirdiği zorluklar gibi sebeplerle maalesef ilk birkaç gün Adıyaman’da arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Bunun için sizden helallik istiyorum.” Diyordu.
Müdahalede geç kalındığı, gerekli işbirliğinin sağlanamadığı bu yüzden can kayıplarının arttığı eleştirilerine çok sert cevap verilse de yukarıdaki sözler çok şeyi anlatıyor…
Halkın bağışlarıyla elde ettiği gelirleri savaş ve doğal afetlerde yaraları sarmak için kullanması gereken Kızılay, deprem bölgesine ulaştırması gereken çadırları satmış parayla satmış. Kızılay Başkanı Kınık, “Ahbap ve Kızılay’ın işbirliği ahlakidir, akılcıdır, yasaldır. Aksini iddia eden ise ya meseleyi anlamamış ya da kötü niyetlidir.” diyebiliyor.
Haluk Levent, “Depremin üçüncü gününde ben o çadırları almak zorundaydım. Nerede olsa alırdım. Parayla aldık diye üzülmedik, sevindik. İnsanlar çok zor durumdaydı.” Görevi yaraları sarmak olan Kızılay, gönüllülerin verdiği bağışı depremzedeler ulaştırmaya çalışan AHBAP’a çadır satıyor. AHBAP parayla aldığı çadırları AFAD’a teslim ediyor. Devlet kurumu AFAD depremzedelere çadır dağıtmış oluyor…
Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş Kahramanmaraş depremi son 50 yılın fotoğrafı diyor. Böylece yıkılan 2000 yılından önce yapıldığını iddia ederek sorumluluğun kendilerinden önceki dönemlere ait olduğu algısı oluşturmaya çalışıyor. Depremde etkilenen binaların yüzde 50’den fazlası 2001 yılından sonra yapılmış.
Hayır, Sayın Başkan burada fotoğraf çok net. Sanatçı Haluk Levent’in başında bulunduğu AHBAP Derneği devletin kurumlarından daha itibarlıysa, fotoğraf gayet net!
Kahramanmaraş Belediye Başkanı, Ankara Büyükşehir Belediyesinin yüzlerce aracı ve elemanı sahada çalışmasına rağmen “Ankara Büyükşehir Belediyesini görmedik.” diyerek yapılan yardımları ve emeği inkâr edebiliyor. Aynı kişi seçim propagandası yaparken ezan okunmasına aldırış etmiyor ama, ekranda canlı yayında, ezan okunurken konuşmayı kesiyor ve ezanın bitmesini bekliyor. Manevi değerleri dahi çıkarları için kullanmaktan geri durmuyorlar. Her şey gösteriş. Keşke her yerde aynı refleksi gösterebilseydi.
Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan canlı yayında, “Bütün cenazelerimizin cenaze namazları kılınmıştır; kendi inanç değerlerimize uygun şekilde defnedilmiştir.” diyor. Cenazeleri kaldırmakla övünüyor.
Mehmet Akif Ersoy, “Vallahi çok özür diliyorum ama cenaze defnetmeyi başarılı olarak gördüğümüz bir yerde vay halimize. Ama doğru söylüyorsun Bazı yerlerde bunu bile yapamadık.” Bunun bir başarı olarak anlatılmasına hayıflanıyor.
Zihniyet ortada. Cenazeleri defnetmeyi başarı olarak gören bir anlayış… Gerisi çok önemli mi? Cenazelerin namazı kılınmışsa gerisi çok önemli değil. Evler yıkılmış, yuvalar dağılmış, insanlar ölmüş çok mu önemli?
Depreme dayanıklı binalar yaptık mı? Şehirlerin fay haritası çıkarıldı mı? 1/1000 ölçekli uygulama planlarında fay hatları belirlendi mi? Fay hatları üzerindeki binalar için tedbir alındı mı? 99 Depreminin üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti. Bu süre içerisinde dönüştürdüğümüz depreme dayanıklı bina oranımız nedir? Kentsel dönüşüm konusunun neresindeyiz? Bu tedbirleri almaları gerekenler almadıysa, kul gerekli tedbirleri almadı da başına felaket geldiyse kaderden mi? Yağmura çıkarsan ıslanırsın, ateşe yaklaşırsan yanarsın, dikkat etmezsen düşersin… Önce sen üzerine düşeni yaptın mı ki, başına gelenlere kader diyorsun? Önce elinden gelenin en iyisini yap, sonra tevekkül et Allah’a. O zaman başına ne gelirse kaderdendir.
Doğal yasalar vardır ve dünya durdukça devam edecektir. İnsan, doğal yasalarla savaşarak başarılı olamaz. Uzlaşmak ve iş birliği yapmak zorundadır. Bu da ancak aklı gereği gibi kullanmakla olur. Doğal afetlere karşı gerekli önlemler, uluslararası standartlara göre alınmalıdır.
Depremin üzerinden 24 gün geçmiş. Yaşlı bir kadın, “Biz her şeyimizi yitirdik kızım! Kurtuldu diye sevinemiyoruz. Manevi olarak da kaybettik!” diyor gazeteciye. “Temizlik yok, hijyen yok, tuvalet yok, çadır yok, gıda yok, yok yok…
Rezillik içerisinde yaşıyoruz. Gidecek yerimiz yok. Banyo mu, ne banyosu? Nerede banyo yapacağız? Yüzümüzü yıkayacak su bulamıyoruz. Kendi imkânlarımızla yaptığımız derme çatma küçük bir çadırda 14 kişi kalıyoruz…”
Bunca can kaybı ve yıkıma rağmen, insanların bunca zor şartlarda yaşamaya çalışmasına rağmen, empati kuramıyor, en küçük bir eleştiriye tahammül edemiyorlar. Kendi seslerinden başka ses istemiyorlar! İktidar mensupları beceriksizliğe tepkiyi Türkiye’nin güvenliğiyle eşleştirme gayretiyle kendi sorumluluklarını perdeleme gayretindeler.
Bir aynaya baksalar görecekler nerede yanlış yaptıklarını. Biliyorlar, bakmıyorlar…
Bakmasalar da herkes biliyor ki, hiçbir şey 6 Şubat’tan öncesine dönmeyecek…” dedi.