29 Ekim Kadınları Derneği Bursa; İstanbul sözleşmesi bir gecede yok sayıldı
29 Ekim Kadınları Derneği Bursa Şubesi’nden yapılan yazılı açıklamada; “Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum, yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların nedeni, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur.”M.K.Ataturk
Emperyalist işgale karşı direnişin hemen ardından Cumhuriyeti ilan eden ederek, halk egemenliğinin temelini atan devrimci önderlik, kadın- erkek, ayırımsız bir halk iktidarının inşası kararlılığı ile devrimleri inşa etti. Devrimin önderi Mustafa Kemal Atatürk, tüm kazanımların kadın-erkek herkesin başarısı olduğuna inanıyor ve bu kazanımlardan eşit yararlanarak ülkede demokrasinin gerçekleşeceğini biliyordu. Ne var ki toplumumuzda yerleşik erkek egemen yapı , kadınların eşit haklara sahip olmasının önüne hep engel koydu. Özellikle son yirmi yıl, mevcut iktidarın, kadının insan haklarını yok sayan ve mevcut kazanımları da bir bir ellerinden almaya çalışan uygulamalarına sahne oldu. Tek adam rejiminin ilk ağır bedeli yine kadınlara ödetildi. İçinde bulunduğumuz yüzyılın doruk kazanımlarından olan İstanbul sözleşmesi bir gecede yok sayıldı.
İktidar, kadını sadece analık görevine hapsetmenin yollarını aradı. 4+4+4 uygulamaları ile kızlarımızın eğitim olanaklarını kısıtladı Onları karma okullardan ve birlikte eğitim almaktan uzaklaştırarak, çocuk gelinler olmalarının ya da eve mahkum edilmelerinin yollarını açtı. Evli kadınları üç çocuk yapmaya teşvik ederek, onları iş yaşamından ve toplumsal yaşamdan uzaklaştırmaya çalıştı. Esnek çalışma, uzun doğum izinleri, çocuk sayısı oranında parasal destek gibi ilk bakışta “olumlu” gibi görünen ancak kadını sosyal güvenceden de yoksun bırakan düzenlemeler de aynı amaca hizmet etti.
İktidarın, kadınlar aleyhine olan bu girişimleri, özünde kadının gücünün farkında oluşunun bir sonucudur. Kadın, ev kadınlığı ve analık görevlerine hapsedilerek etkisiz kılınmaya çalışılmaktadır. Son dönemde sözde “aile kutsiyetinden” söz ederken, aileyi perişan eden şiddet olgusunun görmezden gelinmesi ve gerekli önlemlerin alınmaması, yargılamalarda özenli olunmayış bu nedenledir. Aile birliği, resmi olarak sürsün sürmesin, nafaka hakkının, bu birliğin bir sonucu olarak devamını hak olmaktan çıkarma çabası da aynı mantığın ürünüdür. Kadın insandır ve hakları vardır. Bu hakkın en başında da yaşam hakkı gelmektedir. Kadın cinayetlerinin bu denli tırmandığı bir süreçte, kadının insan haklarını ihlal eden uygulamalar kabul edilemez.
Cumhuriyet Devrimlerinin önderi Atatürk’ü anarken, kadın ve erkeğin eşit ve özgür yaşaması için mücadele edenlerin emeğinin boşa gitmediğini, ikinci bir yüz yıla girerken toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlandığı, ülkemizin kadın-erkek herkes için özgür, demokratik, laik, insan haklarına dayalı bir ülke oluşunun onuru ile başımızın dik olduğunu söylemek isterdik.
Ne yazık ki acı içindeyiz. Ancak, kadınlar olarak, hak mücadelesi için yılmayacağımızın bilinmesini isteriz. Kararlılığımızı, işgal altındaki İstanbul’da kürsülerden haykıran Halide Edipler’in, Meliha, Sabahat, Naciye, Zekiye, Hayriye, Sivas’ta kadınları örgütleyen Melek Hanımların , üniversite öğrencisi Münevver Saimelerin, silah kuşanan Zehraların, Çukurovalı Gülsünlerin, Çete Ayşelerin anılarından alıyoruz. Yolumuz açıktır. Anılarına saygıyla.