Demokrat Zafer

AHMET KOÇAK YAZDI; UZAK DİYARLAR…

Bursa’nın tanınan eğitimcisi memleketinin kokularını kaleme aldı. Köşe Yazarımız Ahmet Koçak; doğduğu topraklar olan Yozgat izlenimlerini gazetemizle paylaştı!

Koçak; “14 Temmuz 2022 sabah sekizde arabamla Bursa’dan Yozgat’a gitmek için yola çıktım. İki yıl önce yüz elli liralık mazotla depoyu doldurmuştum. Bu sefer bin liralık mazotla doldu depo. Arabam yerinde duruyor ama deposu bayağı büyümüş anlaşılan. Bozüyük ve Eskişehir’ de bolca Ayçiçek tarlaları gördüm.

Ekili tarlalar yüz kilometre boyunca sürdü. Ürün bolluğu fiyatları düşürür diye mutlu oldum. Samsun- Yozgat yol ayırımından Yozgat yoluna girdim. İlk kavuncu tezgâhında durdum mola için. İki yıl önce geldiğimde de durmuş kara yağız gence; ”yerli kavunlar daha yetişmedi. Sattığın kavunlar yerli değil, değil mi?” diye sormuştum. O da: “Ne yalan söyleyeyim abi, kavunlar Adana’dan geldi.” demişti.

Beze siyah boya ile yazılmış “Yozgatlının Yeri” yazan levhası önünde Kardeşi Yiğit’le resimlerini çektim. Ailece yemek yiyorlardı. Bir şey almayacağımı, yemek de yemeyeceğimi söyledim. Yemeklerini yerken söyleştik biraz. Alpaslan adında genç uzman çavuş olmuş, izne gelmiş ailesine yardım ediyormuş.

Babaları yemeğini yemiş sedire uzanmış vaziyette kısa yanıtlar veriyor: “Aslen Yerköy -Derebağ Köyü’ndeniz. Çerikli’de kirada oturuyoruz. Burada kavun, çömlek satarak geçinmeye çalışıyoruz. Arazimiz yok köyde.” dedi. Esmer karısı, “Abi, adını duydum. Bir hikâyeni okumuştu komşu kızı bana. Sen yazarsın değil mi?” diye sorunca çok şaşırdım.

“Ortanca on yedi yaşlarında gösteren Rasim: “Öğretmenler hep kitap okuyun der, ben okumam.” dedi. Onlara veda edip yola devam ettim. Çerikli, Sekili’nin ardından hep yanından geçip gittiğim Yerköy’e kırdım direksiyonu. Yetmiş, seksen kilometre boyunca İki sıradağ arasında uzanan Yerköy Ovası Türkiye’nin tahıl ambarlarından biridir. Ovanın ortasından boydan boya demir yolu ile Delice Çayı geçer.

Ova biçilmiş, tarlalar saman balyaları, sıra sıra balya yapılmayı bekleyen ekin sapları doluydu. Ekili şekerpancarı, mısır, soğan, çok az da ayçiçeği tarlaları gördüm. Yerköy ilçemiz ovanın doğu ucundaki tepelere sırtını dayamış, yönünü ovaya doğru dönmüştü. İlçe girişinde öğretmenevi olup olmadığını sordum, varmış. Öğretmen evi beş katlı; önünde geniş otoparkı olan, açık mavi renkte boyanmış bir zamanlar güzel bir bina olduğu anlaşılan bir yapıydı. Tek kişilik oda öğretmenlere altmış, diğer müşterilere yetmiş beş liraymış.

Benden öğretmen fiyatı aldılar. Sabah kahvaltısı da akşam yemeği de verilmiyormuş. Odaya girdiğimde; televizyonun takılı olduğu fiş yerinden çıkıp aşağı doğru sarkıktı. Televizyon çalışmıyor, buzdolabının fişi çekik, içi boştu. Duş yaparken duşun ağzından çok kordonu duş başlığına bağlayan yerden su fışkırıyordu. Kenardan akan su ile duş yaptım. Duş askısı işlevini yitirmişti. Giriş tavanı ara ara kararmıştı, Krem renkli bazanın kenarlarında yılların lekeleri göze çarpıyordu.

Dedim ya bir zamanlar her şey gıcır gıcırken, yaşlandıkça dökülmeye başlamıştı. Gezmeye, etrafı tanımaya çıktım. Yakındaki klasik tren garı ve istasyonunu gezdim. Garın karşısında olan (tarihi sandığım) saat kulesinin 1986 yılında yaptırıldığı yazıyordu üzerinde. Caddeden yürüdüm. Belediyenin önündeki küçük parkta oturan bir adamın yanına oturdum. Yerköylüymüş. Çiftçilik yaparmış.

Bir dairede otururmuş; “hiç dağal ise bu parkı yaptırdı başgan da gelip oturuyok arada bir” dedi. Geçim sıkıntısından şikâyet etti. Apartman komşusu bir kadının on kedi baktığını, şikâyet ettiğini sonra kavga ettiklerini anlattı. Ben konuyu Yerköy’e getirmek istedikçe o kedilere getiriyordu. Kadının; “kedilere bir şey olursa senden bilirim. Eğer bir şey yaparsan cehennemde cayır cayır yanasın inşallah!” dediğini anlatırken birden sinirlendi, sövüp saymaya başladı. Baktım konu tatsız bir yöne doğru gidecek; vedalaşıp gezime devam ettim.

İlerde bir cadde daha varmış. O cadde yürürken çay içen otuz, otuz beş yaşlarında birinin yanına oturdum. Kendime de bir maden suyu söyledim. O bana sordu ben ona sordum sohbetimiz devam etti. Siloda çalışıyormuş. Burada Bulamaç ve Uyuz Hamamı dedikleri iki kaplıca varmış ama Sorgun ve Sarıkaya’daki Kaplıcalar gibi değilmiş. Yanımıza başka bir genç daha geldi.

O da aynı yerde çalışıyormuş. Gıda mühendisiymiş ve siloda eksperlik yapıyormuş. Buralarda hayat kalmadığını söyledi ikisi de. İki cadde arasında ızgara örneği ara sokaklardan oluşan bir çarşısı olduğunu anladım. Zaten yorgun olduğumdan öğretmen evine geldim. Üst katta düğün salonu vardı.

Giden, gelen, müzik ve konuşma seslerine eşlik eden tren düdükleri arasında yatağa uzandım. Yol yorgunu olduğumdan bütün gürültüye rağmen derin bir uykuya daldım. Sabah ezanıyla uyandım. Balkondan baktığımda; çarşıda birbirine çok yakın üç cami olduğunu gördüm. İkisi eski, tek minareli, diğeri beyaz dört minareliydi. Krem renkli taşlarla kaplanmış gösterişli cami Kocatepe Camisiyle yarışır gibiydi.

Saat altıda karşıda gördüğüm “Dayının Yeri” yazan lokantadan bir mercimek çorbası içtim. Ben çocukken; Sarıkaya’da Yozgatlı Ali’nin mercimek çorbası gibi bir çorba ummuştum. Öyle değildi. Mikserden iyi geçirilmemiş ara ara patates parçaları yüzüyordu çorbada.

Yine de güzeldi. Aç olana yavan ekmek bal gibi gelirmiş. Kahvaltıdan sonra gördüklerimi yazdım. Tası tarağı toplayıp Çiçekdağ ilçesine gitmek üzere saat dokuzda ayrıldım Yerköy’den.

15.07.2022           ahmet.kocak16@hotmail.com”

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ