Demokrat Zafer

“Terör örgütünün uzantıları HDP çıksın şunu söylesin, Evet PKK bir terör örgütüdür desin”

Büyük Birlik Partisi’nin 29. Kuruluş yıl dönümü sebebiyle Bursa’da düzenlenen etkinlikte, konuşan Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı,”Terör örgütünün uzantıları HDP çıksın şunu söylesin, Evet PKK bir terör örgütüdür desin” dedi. Alfatlı kur korumalı mevduat sistemiyle ekonomide Haziran ayından itibaren rahatlama yaşanacağını ifade ederken, 2023 seçimlerinde de Cumhur ittifakının büyük bir farkla sandıktan çıkacağını söyledi. 29 Ocak 1993 yılında kurulan Büyük Birlik Partisinin 29. kuruluş yıl dönümü sebebiyle Bursa İl Başkanlığı tarafından düzenlenen organizasyona katılan Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı gazetecilerle sohbet etti. Türkiye gündeminin çok yoğun olduğunu belirten Alfatlı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeni ekonomik yol haritasını parti olarak desteklediklerini ifade etti.

Alfatlı, “Yıllarca kuruluşumuzdan beri söylediğimiz gibi üretim, istihdam, ihracat ve yatırım olmazsa olmazımız. Dolayısıyla bu yeni model, yeni sistem kur korumalı mevduat sistemiyle bu argümanların gelişmesinde ve ekonomide önümüzdeki süreçte Haziran ayından sonra bir rahatlama yaşanacağını düşünüyoruz. Bizler Büyük Birlik Partisi olarak bütün alt ve üst yatırımlarını ve savunma sanayisine olan yatırımların dışındaki yatırımların durdurulmasını, bütün yönüyle bütçe imkanlarının da dar kesimli vatandaşlarımıza yansıtılmasını istiyoruz” dedi.

Alfaltlı; “Bugün burada BBP Bursa il başkanlığımızın tertiplemiş olduğu kahvaltılı basın toplantısına katılımlarınız için şahsım ve camiam adına  şükranlarımı arz ediyorum. 29 Ocak 1993 tarihinde  ebedi  siyasi liderimiz, Şehidimiz Muhsin Başkanımız  ve arkadaşları tarafından kurulan ve “Milletin Muktedir İktidarını” gerçekleştirmek üzere kurulan BBP nin  29, yılını kutlayacağız. Başta Muhsin Başkanımız ve  bu dönemde sonsuzluğun sahibine uğurladığımız  tüm dava arkadaşlarımıza Yüce Rabbimden Rahmet diliyorum. Mekanları Cennet Makamları Ali olsun inşallah. Bizler BBP ve Alperenler olarak Muhsin Başkanımızın ayak izlerine basarak  bu kutlu davayı inşallah iktidara taşıyacağız.

Biz, dünyanın en zengin ülkesi değiliz.

Biz, dünyanın en gelişmiş ülkesi de değiliz.

Türkiye, tüm giderlerini çıkarttığı petrolü satarak elde edebilen bir petrol ülkesi de değil.

Buna rağmen pandeminin ilk gününden bu güne, Türkiye’de, başta Avrupa ülkeleri ve ABD’de olmak üzere, dünyanın hemen her yerinde yaşanan, hastane koridorlarında, yerlerde yatan, can çekişen, hayatlarını kaybeden insan görüntülerine rastlamadık.

“Zengin” ve “gelişmiş” olarak adlandırılan pek çok ülkede, solunum cihazlarını kimin kullanacağına, zenginliklerine göre, yaşlarına göre, mevkilerine göre karar verilirken, biz, her ağır hastaya solunum cihazı, her vatandaşımıza aynı şartlarda tedavi imkanı sağladık, sağlamaya devam ediyoruz.

Türkiye’de, tek vatandaşımız bile “Paran yok!” denilerek hastane kapısından geri çevrilmedi.

Devlet, ilacı, tedaviyi, evlere kadar taşıyarak, yine 1 kuruş bile talep etmeden vatandaşına ulaştırdı, ulaştırmaya devam ediyor.

Pandeminin ilk aşamasında, aşı üretmememize rağmen, aşılama sayısı ve oranında, tüm dünya ülkeleri içinde hep ilk sıralarda yer aldık.

Bu ağır ve zor mücadelede, elbette sağduyulu ve dirayetli yönetim anlayışının yanında en büyük pay, fedakarlıkla görev yapan sağlık çalışanlarımızındı.

Sağlık çalışanlarımız, aylarca, izin kullanmadan, aileleriyle görüşemeden, henüz aşının kullanıma girmediği aylar başta olmak üzere, her an ölüm riski altında görev yaptılar.

İçlerinde, dünya çapında tanınan akademisyenlerimizin de olduğu, yüzlerce sağlık çalışanımızı, Covid-19 nedeniyle kaybettik.

Yine binlerce sağlık çalışanımız, görevleri esnasında, hastalığa yakalandılar, uzun, ağır ve acılı tedavi süreçleri geçirdiler.

Bu şartlarda bile, doktorlarımız, hemşirelerimiz, sağlık personelimiz, görevleri esnasında saldırıya uğradılar, bir kısmı ağır şekilde yaralandılar.

Bu suçlarla ilgili, bir an önce, ağır hapis ve para cezalarının uygulandığı, cezaların hiçbir şekilde ertelenmediği, bunların yanı sıra kamu hizmetlerinden kısıtlamaları da içeren yasa değişikliklerini yapmak zorundayız.

Adaleti sağlamak zorundayız.

Sadece suçlular için değil, mağdurlar için de adalete ihtiyacımız var. Yeni mağdurlar olmaması için de adaletin yerine gelmesine ihtiyacımız var.

Aynı utancı, hemen her gün, kadınlarımıza ve çocuklarımıza yönelen suçlarla yaşıyoruz.

Sayısız kez dile getirdik, ısrarla, milletimizin sözcüsü olmaya devam edeceğiz.

Türkiye’deki mevcut kanunlar bu tip suçların önlenmesine yetmiyor.

Evet, kadınlarımızın ve çocuklarımızın maruz kaldıkları şiddet ve saldırılarla ilgili çok boyutlu ve kapsamlı çalışmalara ihtiyacımız var. Ancak kabul edelim, yasal düzenlemelere de ihtiyacımız var.

Biz idam cezasıyla ilgili tekliflerimizi dile getirirken, cezaların ağırlaştırılmasını isterken, partimizi “ilkellik”le ve “vahşilik”le suçlayanların sadece slogan attıklarını ve çözüme dair tek kelime bile söyleyemediklerini, tekrar, tüm halkımıza hatırlatmak istiyorum

Pandemi, tüm dünyada arz-talep dengesinin bozulmasına neden oldu.

İstisnasız tüm ülkeler, yaşanan olağanüstü şartların etkisiyle, küresel krizin, kendi ekonomilerine etkilerini azaltmaya, tedbirler almaya çalışıyorlar.

Biz de ilk günden beri, hem yaşanması muhtemel etkiler hem de yapılması gerekenlerle ilgili, fikirlerimizi, önerilerimizi, hükümetle ve halkımızla paylaşmaya devam ediyoruz.

Büyük Birlik Partisi olarak, sürecin başından beri doğru teşhisler ve yerinde öneriler yaptığımızı düşünüyorum. Söylediğimiz her cümle, zaten, arşivlerde, bir tuş uzağımızda bulunuyor.

Partimizin ekonomiyle ilgili birimleri, partimizin mensubu veya partimiz dışından akademisyenlerin de desteğiyle, çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu çalışmaları, hükümetle, devletin ilgili kurumlarıyla, zaman zaman da sizlerin aracılığıyla, kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Hükümetin de parti ve siyasi görüş ayrımı yapmadan, tüm önerileri, dikkatle ve titizlikle değerlendirdiğini yakinen biliyorum.

Yaşanan sıkıntılar var, problemlerimizi kendimiz çözeceğiz.

Hiçbir dış gücün vesayetine, himayesine, yönlendirmesine, manipülasyonuna girmeden çözeceğiz.

Bunu çözecek, yaşadıklarımız zorlukların üstesinden gelecek gücümüz de irademiz de var…

Daha önce de farklı vesilelerle ifade ettim: Pandemi döneminde yaşadıklarımız, bize “kendi kendine yetme” konusunun önemini yeniden hatırlattı. Özellikle dört alanda, gıda, sağlık, savunma ve enerji konularında, uzun vadede dışa bağımlılığı minimuma indirecek, kısa vadede riskleri ve Türkiye’ye yöneltilen dış tesirleri azaltacak tedbirler almaya ihtiyacımız var.

Biraz önce de bahsettik, sağlık altyapımız pandemi döneminde önemli bir sınav verdi. Bununla birlikte, ilaç ve tıbbi cihaz üretiminde hızımızı artırmak zorundayız. Önemli gelişmeler var, yakından takip ediyoruz ancak Türkiye’nin, sağlık alanında, ithal ettiği tüm ürünleri üretecek birikimi ve potansiyeli olduğunu da biliyoruz.

Turkovac aşısının, bu alanda yapılan ve yapılacak çalışmalar için, önemli örneklerden biri olduğunu düşünüyoruz.

Değerli Arkadaşlar,

“Gıda maliyetleri” ve “gıda güvenliği”, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de gündemin önemli bir kısmını işgal ediyor.

Tarım ve hayvancılık konularında, acilen, radikal adımlar atmalıyız. Öncelikle üretimin ve üreticinin önündeki engelleri kaldırmak zorundayız. Tarımla ilgili, üreticilerimizin yaşadığı sıkıntıları yakinen ve aracıya gerek duymayacak ölçüde bildiğimi düşünüyorum.

Daha önce de ifade ettim: Yem  Gübre, mazot, tohum ve sulamada kullanılan enerji fiyatlarıyla ilgili düzenlemeler yapmak zorundayız Desteklerle ve Teşviklerle ilgili yem düzenlemeler yapmak zorundayız.

Üretici birlikleriyle, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin, Tarım Kredi Kooperatiflerinin politikalarıyla ilgili düzenlemeler yapmak zorundayız.

Potansiyelimizi, kapasitemizi yeterli ölçüde kullanamıyoruz.

“Gıda güvenliği”nin, önümüzdeki dönemde, pek çok ülke için bir “milli güvenlik” meselesine dönüştüğünü göreceğiz. Bu döneme, hazırlıklı girmek zorundayız.

Konuyla ilgili, Büyük Birlik Partisi’nin hazırlıkları var ve teklifleri olacak.. Önümüzdeki ay içinde, bu konudaki görüşlerimizi, müstakil bir toplantıyla, kamuoyuyla ve ilgililerle paylaşacağız.

Hiç dile getirilmeyen ama önemli gördüğüm bir ayrıntıyı, yeri gelmişken sizlerle paylaşmak istiyorum: Şu anda 66. Cumhuriyet hükümeti görev yapıyor. 1923’te kurulan ve önümüzdeki yıl 100 yılını kutlayacağımız cumhuriyet tarihimizde; 27 yıl tek parti rejimiyle yönetildiğimizi, 1960 ve 1980 darbelerinde, yönetimi fiilen darbecilerin üstlendiklerini; son 20 yılın aynı partinin tek başına iktidarıyla geçtiğimizi hesaba kattığımızda; demokratik ve gelişmiş ülkelerde çok kolay rastlayamayacağınız,  ortalama 1,5 yıllık, bahsettiğimiz faktörleri dikkate aldığımızda ise 1 yıldan az hükümet süreleriyle karşılaşırız.

Bu şartlar altında, herhangi bir devletin, herhangi bir planlama yapabilmesi, uzun vadeli politikaları ya da yatırımları hayata geçirebilmesi yahut herhangi bir uygulamanın süreçlerini takip edebilmesi ve sonuçlarını görebilmesi mümkün değildir.

Bizim yaş gurubumuzdaki vatandaşlarımız zorlanmadan hatırlayacaklardır: Geçmişte, ülkemizde yaşanan “reel” ve “oluşturulmuş” sayısız krizin canlı şahitleriyiz. Geçtiğimiz aylarda, kurla ilgili yaşadığımız, kısmen devam eden problemlerin benzeri durumlar, anayasa değişikliği öncesi şartlarda yaşandığında Türkiye’de neler oldu hatırlayalım.

Partilerinin yönetimiyle herhangi bir sebeple problem yaşamış iktidar partisi milletvekilleri, adaylıkları garanti edilerek veya bakanlık teklif edilerek transfer edilirlerdi.

Bir kısmına, partilerinden istifa etmeleri için şantaj yapılırdı.

Çoğunluk sağlandığı anda alakalı veya alakasız bir gerekçeyle gensoru verilir, hükümetlerin düşmesi veya istifası sağlanırdı.

Duruma göre, ya transferlerle yeni bir hükümet kurulur ya da ülke seçime giderdi. Bu yolla değişen veya seçime giden her hükümet, o zamanki moda tabirle “seçim ekonomisi” uygular, yani ülkenin, ekonominin, siyasetin, hayatın gerçekleriyle bağdaşmayan kararlar alınırdı.

Ücretlere orantısız zamlar yapılır; emeklilik yaşları indirilir; o dönem istihdamda önemli yer tutan KİT’lere, kamu kurumlarına ve belediyelere, seçim kazanma endişesiyle, ihtiyacın 8-10 katı personel alınır; Merkez Bankası  matbaaları ölçüsüz şekilde karşılıksız para basar; bu durum, ülkeyi içinden çıkılması mümkün olmayan bir faiz- enflasyon sarmalına mahkum eder; Türkiye, karşılık olarak dayatılan her talebe “Evet” demek zorunda kaldığı dış yardımlara mahkum hale gelirdi.

Türkiye, zaman zaman, en önemli uluslararası toplantılara, en kritik uluslararası krizlere, “düşmüş”, “çoğunluğunu kaybetmiş”, “seçime mecbur kalmış” hükümetlerle katıldı; ancak o ölçüde, o ağırlıkta ve o ciddiyette rakiplerine karşı koyabildi; sonuçta doğal olarak en temel haklarını bile koruyamadı…

O dönemlerde, biraz nefes alan ve “Hayır” demeyi aklından geçiren her iktidar; sermaye gruplarının kontrol ettiği medyanın propagandasıyla sarsılır, direnirse yerle bir edilirdi.

Dünya devi sanayi gruplarının distribütörlerinin,  gazeteleri; gazetelerin siyaseti yönettiği; genel yayın yönetmenlerinin Ankara’da sermaye gruplarının iş takipçiliğini yaptıkları; medya tarafından millete “kanaat önderi” diye pazarlananların yabancı fonlarla beslenip, aynı ülkelerin istihbarat kuruluşlarına paralı askerlik yaptıkları dönemleri gözlerimizle gördük, şahit olduk.

Seçimler öncesinde birbirlerini ülke için en büyük tehlike olarak gösteren partilerin, seçimin hemen ardından koalisyon ortağı olduğu, kurban pazarlığı gibi yatırımcı bakanlıkların pazarlığının yapıldığı, milletvekili transferleriyle, yolsuzluklarla, darbe çağrılarıyla, siyasette seviyenin, ahlakın, itibarın yerle bir edildiği örnekleri gördük.

Anayasa değişikliğiyle, bu zaafları görüp tedbirleri almasak, benzer manzaraları, benzer durumları bugün de yaşayacaktık.

Dün, Sayın Cumhurbaşkanımız , Seçim Kanunu’nda yapılmasını düşündükleri değişikliklerle ilgili görüşlerini kamuoyuyla paylaştı. Konunun bizi ilgilendiren kısımlarıyla ilgili kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Cumhur İttifakı’nın bileşenleri olarak, konuyla ilgili heyetlerimiz bir araya gelip teklifleri müzakere ettiler.

Biz, prensip olarak, seçimlerin temel fonksiyonunun, milletin eğilimlerini kamuoyundaki oranlarına en yakın şekilde Meclis’e taşınması olduğunu, yasalarla ve cumhuriyetin değerleriyle çatışmadıkları sürece, temsil çoğunluğuna ulaşmış her siyasi yapının Meclis’imizde kendini ifade edebilmelerini savunuyoruz.

Anayasanın “temsilde adalet” prensibine ise barajların katkı sağlamadığını, bilakis engel teşkil ettiğini düşünüyoruz.

Sistem değişikliğiyle “yönetimde istikrar” temin edilmiş görünüyor. Demokrasinin, bütün unsurlarıyla köklü ve yaygın bir hal gelmesi için temsilde adalet, bizce büyük bir önem taşıyor.

Bu durum, bize yakın veya uzak, tüm siyasi grupların, aynı zamanda yasal sınırların içinde kalmasına da katkı sağlayacaktır.

Bununla birlikte tek başımıza karar verme durumunda olmadığımızı, görüşmelerde farklı fikirlerin ifade edildiğini, son halin, bir uzlaşma ve ortak karar sonucunda ortaya çıkacağını da hatırlatmayı faydalı görüyorum.” dedi.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ